Kapanan eskice sinema salonları zincirine, Asya yakasının Beyoğlu, İstiklal caddesi muadili Kadıköy, Bahariye’deki Moda sineması da eklendi. Bayağıdır duyduğum ama gidip bakamadığım, 2011’de düzenlediğimiz Bilinmeyen Sinemalar Film Festivali’nin gösterim salonlarından biri olan ve bu yazın başında yapmayı düşündüğümüz Avrasya Film Festivali için görüştüğüm salonun kapandığını öğrendim. Sinema salonları arasına 1980’lerin ilk yarısında katılan Moda sineması, önce 600, daha sonra 400 civarında koltuğuyla İstanbul Sinema Günleri’nin de artık hatıralarda kalan mekanlarındandı. Daha sonra vizyona giren kaliteli yapımları gösterim programına almaya dikkat gösteren salon, diğer birçok semt sinemasının akıbetinden kurtulamadı. Aynı bölgede, yakın geçmişte yine eski gelenekten gelen Hakan ve Ocak sinemaları da sizlere ömür olmuştu.
***
Beyoğlu’na dönecek olursak, semtin adıyla anılan Beyoğlu sineması can çekişiyor, ayakta durmaya çalışıyor, belki de gitmesine ramak kaldı. Yine yılların Sinepop sineması, kapanan salonlar zincirine en son katılan vagon oldu. Gerçi ilk dönemlerde biraz pespaye yapımlara yer verse de, İstanbul Film Festivali’nin salonlarından biriydi ve arada kaliteli vizyon filmlerine de programlarını ayırıyordu. Yeni Melek ve üç salonlu Alkazar sineması hala kapalı; yanarak enkaza dönen Elhamra sinemasının yerinde ise yeller esiyor: o şimdi bir meyhane. Sinema salonlarının insanın kişisel hafızasında bir yeri olduğu muhakkak; yetişmesinde sinema perdesine yansıyan kimi imgelerin silinmez izdüşümlerinin tesirini gözardı etmemek gerekiyor.
Semt sinemalarının varlığı bir bir hayatımızdan çekildikçe, aslında sosyal alanların da dönüşümü bir anlamda gerçekleşiyor. Aslında konuyu alışveriş merkezlerindeki sinemalara getireceğim ancak daha önce pek var olmayan, şimdiyse önce ilçelerde, daha sonra semtlere kadar yayılan kültür merkezlerinin varlığını bu bağlamda hesaba katmalıyız. Kültür merkezlerinin gitgide daha fazla hayatımızın içinde yer alması, giderek organik bir bağ oluşturması geleceğe dair umutlu bir tablonun ortaya çıkmasına sebep oluyor. Bu anlamda ilçe belediyelerinin kültürel faaliyetlerini eleştirel de olsa takdir etmek, hakkaniyete uyan bir davranış.
Alışveriş merkezlerinin ruhtan yoksun atmosferleri, tüketimciliğin angajmanı haline getirdiği sinema salonları, yine de alternatifsizlikten kaçınamadığımız film seyir mekanları olarak karşımıza çıkıyor. Sinemaların bu şekilde konumlanmaları, kimi filmlerin hayatı dönüştürmeye dair yönsemelerini de buharlaştırıyor, zaafa uğratıyor, anlam kaybına uğramasına yol açıyor. Hayatın dönüştürücü işlevi, belki de bir iç serüven olarak herkesin kendi uhdesinde neşet edecek, kıvama erecek bir süreç olarak algılanmalı. Varoluşsal bir çerçevede oluşacak bu sürekli ruhi hareket, manevi bir sarmalamayla idrak edildiğinde, modernizmin görünür tehditkar uzanımları bertaraf edilebilir, verili ve kısıtlı bu yeryüzü hayatında daha nitelikli bir hayat tarzı ortaya konmak üzere bir şuur geliştirilebilir. Sinemanın bu manada yapıcı imge dünyası bize sonsuz zenginlikler sunabilir, alanlar açabilir, tüketimin son kertede insanın kendisinin de tüketildiği bir yok olma mekanizmasından bireyi alıkoyabilecek anlam yüklü potansiyeli işlerliğe sokularak, yeryüzündeki varoluş nedenini açımlayabilecek araçsallığı işletilebilir.