PKK’nın, 90’lı yıllarda başlayan kendi miladına geri dönüşün faturasını er ya da geç ödeyeceğine hiç şüphe yok.
İkinci defa denediği ‘Devrimci halk savaşı stratejisi’ Oslo’dan sonra hayata geçirdiği birincisinden bile daha kısa ama daha fazla tahribat yaratarak sona ermeye mahkumdur.
PKK’yı yönetenler bu gerçeği artık görüyorlar. Bekledikleri böyle bir sonuç değildi tabi. Bütün siyasi yatırımlarını ‘hendek savaşlarına’ yaptılar. Çözüm sürecini istismar ettiler ama istismar ettikleri sadece çözüm süreci değildi. Aslında, HDP/PKK, hem Kürt halkının hem Türk halkının, Türkiyelileşme iddialarına bağladığı umudu da istismar ettiler. Türkiyelileşme sloganının bir taktik ama uzun vadede, koşullarını hazırladıktan sonra, savaşa dönme isteğinin asıl stratejileri olduğunu bu köşede defalarca yazdığımı hatırlıyorum. Keşke yanılsaydım. Keşke bu analizlerin hiçbiri doğru çıkmasaydı. Ama maalesef yanılmadım, çünkü görünen köy kılavuz istemiyordu.
Bir hareket, kendisini siyasi olarak olumlayan bütün toplumsal kesimleri derin bir hayal kırıklığına uğratmışsa, uğratmakla kalmayıp, geceleri tonlarca bombalarla saldırmış, evlerini başlarına yıkmışsa, o hareket, insanları, ne yaparsa yapsın, kendine bir daha inandırmayı başaramaz.
PKK’yı Kürtlere ve Türklere on yıl anlatsaydınız, böyle bir sonucu elde edemezdiniz. PKK, ne olduğunu, Türkiye gerçeğinden ve kendi tabanından bile bir anda nasıl hızla uzaklaşabileceğini, çok iyi gösterdi.
Özür dilemek, şu, bu, fayda etmeyecektir. Hangi özür? Sen kalk bir ton bombayla uykuda, anneleri ve babalarıyla beraber uyuyan bebeleri katlet, sonra toplumsal infial katlanamayacağın ve kaldıramayacağın boyutlara çıkınca özür dile!
Özür dilemenin bugün halk nezdinde, bu acılara mahkum olmuş insanların nezdinde bir geçerliliği olacaksa, o da bir katliam için özür dilemekten değil ama artık bu saldırılara son vereceğini, hendeklerden çekileceğini, silahlı insanları alıp şehirleri terk edeceğini, deklere etmekten geçiyor.
Bir katliam için özür dilemek, eğer benzer bir katliamın bir daha ve her an gerçekleşme ihtimali kalmamışsa kıymetlidir. Oysa PKK ve kontrol ettiği silahlı gruplar hala kan dökmeye devam ediyorlar.
Sabaha yeni bir katliamla uyanmayacağımızın hiçbir garantisi yok.
PKK, kendi 90’lı yıllarının miladını tasarlayıp hayata geçirdi ve kaybetti.
Kaybetmenin telaşı içinde metropolde yaşayan Kürt halkına şimdi çağrılar yapılıyor ve deniliyor ki, biz Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de kaybedersek, siz de metropollerde rahat yaşayamazsınız, sizi rahat yaşatmazlar!..
O halde sokaklara dökülün ve bizi, yani hendek savaşlarını destekleyin!
PKK, hendekler kazarak, devlete isyan etti diye, metropollerde şimdiye kadar bir Türk’ün Kürt komşusuyla ya da ortağıyla ve akrabasıyla anlaşmazlığa düşüp kavga ettiğini, tartıştığını bile kimse duymadı. PKK’nın evsiz barksız bıraktığı Kürt halkı, yine metropollerde yaşayan akrabalarının yanına gidiyor. Kobani ve Rojava’ya giden yok yani.
Devletin, bunca şehide ve zulme rağmen Batı’daki Kürt nüfusa yönelik bir baskısı asla söz konusu değil.
Çünkü hem Türk halkı hem devlet, Kürt halkına karşı değil, Kürt halkının desteklemediği PKK’ya karşı bir mücadele verildiğine inanıyor.
PKK, yıllardır aynı şeyleri dener, başarısız olur ama döner yine dener. Faturayı ise halk öder.
Oslo’da masa devrildiğinde, metropollerdeki Kürt vatandaşlarımıza aynı üslupla seslenip diyorlardı ki, ‘öz savunmanızı yapın, yapamıyorsanız, tersine göçün yollarına koyulun.’
Oysa metropollerde yaşayan Kürtler, o zamanda bu maceraya amin demediler, ne özsavunma deyip ellerine silah aldılar ne de bu Türkler bizi kesecek deyip göçün yollarına koyuldular!
İstanbul’daki Kürtler’in günü gelince hendek kazacaklarına ise ancak, başkalarının cesareti ve hayatı üzerine ‘kuvvetli yazılar’ yazıp cepheye ve iç savaşa davet eden, Ahmet Altan gibi korkaklar inanabilir!