Ankara Barosu’nun Diyanet İşleri Başkanı üzerinden İslam’a saldırmasıyla başlayan tartışma şu iki konuda harekete geçilmesi gerektiğini ortaya çıkardı.
İlki dünkü yazımda vurguladığım, LGBT azgınlığı ve saldırganlığı.
LGBT lobisi tüm dünyada olduğu gibi Türkiye’de de kendi mahremini herkese göstermek, kabul ettirmek, yaygınlaştırmak ve normalleştirmek için saldırgan bir tavır sergiliyor. İtiraz edenleri batıda “homofobik”diye adlandırılıyorlar. Henüz burada bunu söyleyebilecek cesamete sahip değiller. O yüzden de Ankara Barosu’nun açıklamasında olduğu gibi hem kendilerini gizlemek hem toplumdan destek görebilmek için metne “kadın düşmanı”, “çocuk tecavüzü” gibi laflar sıkıştırmak zorunda kalıyorlar.
Ama arkalarında onları destekleyen, itekleyen, köpürten küresel bir ağ olduğunu, bu ağın bu sapkınlığı bir tür kültürel işgale çevirmeye çalıştığını da görmek zorundayız.
İçine doğulan bir durumdan ya da bireysel bir tercihten söz etmiyoruz artık. İş o aşamayı çoktan geçti. Baksanıza LGBT lobisi kendisine CHP gibi yeni savunucular bulabiliyor artık.
O nedenle bu konu “kimlik sorunu”, “bireysel hak”, “tanınma talebi” vesaire başlıklarla gündeme gelse de, zorlanan şeyin cinsiyetin biyolojik olduğu gerçeği olduğunu görelim.
Ve bu azgın lobinin çocuklarımızın tertemiz zihinlerine, bedenlerine her gün biraz daha yaklaşmakta olduğunu lütfen aklımızdan çıkarmayalım.
***Harekete geçilmesi gereken diğer konu ise meslek örgütleri.
Kamu kurumu niteliği taşıyan meslek kuruluşları bir an evvel kapsamlı bir reformdan geçirilmeli ve demokratik bir yapıya kavuşturulmalı.
Türkiye Tabipler Birliği (TTB), Türkiye Barolar Birliği (TBB), Türkiye Mühendisler Mimarlar Odası (TMMOB) gibi meslek örgütleri hem iç yapılanmaları ve işleyişleri, hem de oda yönetimini ele geçiren bir grubun o meslek grubunun adını kullanarak her meselede çiğ siyaset yapması demokrasimiz adına utanç verici.
Son olayda da görüldüğü üzere meslek odalarına üyelerinden de büyük bir itiraz var.
Kaldı ki yakın dönem siyasi tarihimiz bu tip saçmalıklarla dolu. 28 Şubat’tan 27 Nisan’a, Gezi’den sınır ötesine yapılan terör operasyonlarına, afet yönetiminden pandemiyle mücadeleye kadar her konuda hükümete, meşru yöneticilere muhtıra verdi bu odalar.
Tekelleşme, alternatifsiz olma, üyelerin mecburi üyeliği ve sürekli aidatlarla oda yönetimleri hem iradi hem parasal manada büyük bir gücün üzerinde oturuyorlar. Lakin son meselede görüldüğü gibi üyelerin fikrini almadan meslek adına rijit ideolojik açıklamalarda bulunmaktan da geri durmuyorlar.
Velhasıl daha fazla geç kalınmamalı. Meslek örgütlerinde süren bu tekelci vesayet düzeni Türkiye’ye hiç yakışmıyor.
***Ali’nin kalbi…
Vurulan kalbine kalp masajı yapılırken gördüğüm Ali için dünden beri kalbim ağrıyor.
Tam adı Ali El Hamdani. Henüz 17 yaşında.
Adana’da yaşıyor ve polisin dur ihtarına uymadığı için “ölüyor.”
Ali’nin 20 yaş altına sınırlama getiren uygulamaya ve polisin dur ihtarına neden uymadığı henüz net değil. Bir iddiaya göre çalışmak için dışarıda ve ceza ödememek için kaçıyor. Bir iddiaya göre ise kimliği yanında olmadığı ve sınır dışı edilmekten korktuğu için kaçıyor.
Neticede sırtından vuruluyor. Kalbinden ve kasığından…
Polis açığa alındı, tutuklandı, yargılanacak.
Ama ne fayda! Ali için bir şey değişmeyecek.
Çok üzgünüm çocuk.
Allah merhametiyle karşılasın seni.