Mesele malum. İstanbul Büyükşehir Belediyesine düzenlenen operasyon. Hüküm niteliği olmayan iddiaları konuşuyoruz. Süreç kritik. Herkesin "ağzından çıkanı kulağının duyması gerekiyor"... Tespit ettiğim hukuki birkaç husus üzerinde durarak "yanlış bilinenlerin doğru yönlerini" paylaşmak istiyorum bugün.
MAKUL ŞÜPHE...
Ceza süreçlerinde kolluğun veya savcılığın duyduğu "şüphe" ile bizim gündelik hayatta kullandığımız ve anlam yüklediğimiz "şüphe" arasında dağlar kadar fark var. Alelade duyulan bir zannın ceza hukukunda yeri yoktur. Savcının duyduğu şüphe mutlak suretle objektif bilgiye, belgeye, tanıklığa veya beyana dayanması gerekir. Bundan sebep, "siyasi engelleme" nitelemesi yapmadan önce sorulması gereken en temel soru şudur: İddialar ne ve bunlar gerçek mi? Savcılık hangi hususlara dayanarak bu operasyonu gerçekleştirdi?
UYGULAMA HATASI VAR MI?
Bir başka "karmaşa" oluşturan husus ise "gözaltı ve operasyon" yapılması konusu. "Bir çağrıyla gelecek insanlar..." diye başlayan itirazlar var. Pek tabi her itiraz kıymetli, her görüş önemli ancak açıkça dayanaktan yoksun olanlara da itibar etmemiz mümkün değil. Hangi organize suç soruşturmasında veya hangi terör irtibatlı meselede kolluk "davet" prosedürü işletmiştir? Bunun cevabını arayarak başlayalım bu bağlamdaki eleştirilerin cevabına. Böyle bir şey olmaz. İsnat, adi bir suç olsa bu tip eleştirilere katılabiliriz. Zira "şafak operasyonlarının" her suça uygulanmasının hatalı olduğunu ileri sürerken temel tezim, gerekli olan haller dışında uygulanmamasına dayanıyordu. Zaten Yargı Reformu kapsamına alındı bu konu. Bunu hep dile getirmeye çalıştım. Hoş bir de davet edilip gelmeyenlerin, gözaltına alınınca meseleyi şova çevirmeleri var, o da ayrı mevzu...!
"MEMUR BUNLAR"
Bir itirazda faillerin çoğunun memur olduğu bunun için memurlara özgü yargılama yolunun seçilmesi gerektiği yönünde. Bu iddiada mesnetsiz. Zira kural olarak memurların yargılamasında "ön muhakeme" yapılması ve izin alınması şartı var, evet. Ama 3628 sayılı yasa var bir de. Buna göre irtikâp, rüşvet, basit ve nitelikli zimmet, görev sırasında veya görevinden dolayı kaçakçılık, resmî ihale ve alım ve satımlara fesat karıştırma, devlet sırlarının açıklanması veya açıklanmasına sebebiyet verme suçlarından veya bu suçlara iştirak etmek söz konusu olunca izin şartı kalkıyor (m.11).
MASUMİYET KARİNESİ...
Savcılığın basın açıklamasında "yaptığı nitelemeler", ismi geçenler hakkında bir kanaat bildirdiği, bunun da masumiyet karinesini ihlal ettiği yönünde bir itiraz var. Burada savcılığın mahiyetini iyi bilmek gerekiyor. Savcılık makamı "iddia" ettiği kadar "soruşturma" yapan bir mekanizma. Yaptığı açıklamalar da, beyanları da bir niteleme içermiyor. Hatta iddianame bile "niteleme yapan" bir belge değildir hukuki anlamda. Türk Hukukunda niteleme, hakime aittir...
BİLGİ KİRLİĞİNİ ÖNLEMEK DE GEREKİR
Yapılan operasyonun içeriği ile ilgili bilgi verilmemesi halinde "toplumda oluşacak kafa karışıklığı" ile "toplumun bilgi edinme hakkı" çerçevesinde yapılan ve "olanları anlatan" savcılık beyanlarını bu kapsamda bir hak ihlali olarak değerlendirmemek gerekiyor kanaatimce... Aksi halde oluşacak "kaotik bilgi yumağının" şüphelilere daha büyük zarar vereceği açık...
SOKAĞA ÇAĞIRMAK, YA SONRASI?
Hukuki süreci takip edip iddiaları çürütmek yerine seçilen yol meseleyi marjinal düzeyde siyasallaştırmak. Suç ihbarları, olayın içindeki isimlerin "itiraf tarzı beyanları" ve gizli tanık gibi durumlar şunu net biçimde ortaya koyuyor: Parti içi bir mücadelenin, hukuk alanına servis edildiği gerçeği... Savcılığın önüne gelen şikayetler kadar, ifadelerde geçen hususlar da bu durumu destekliyor. Sayın Özel'in yapması gereken bu anlamda sokaklara davet yerine, adliyede hukuki olarak güçlü savunma üretmek, bu yöne eğilmek. Bu hem kontrol edebileceği bir alan hem de sonuç alabileceği bir mecra...
TIKLANMA UĞRUNA!
Bir başka zarar veren durum ise daha fazla izlenme uğruna soruşturmaya dair tahminleri veya öngörüleri "bilgi" başlığı altında sunmak. Bunun her kesimden yapıldığını görüyoruz. Bu, belirli bir ölçü dahilinde olabilir ama yargıyı etkileyecek boyuta dönüşmemeli. Hatta önceden planlanmış bir süreç imajı veren her açıklamanın da denetlenmesi gerekiyor. Bu hem adliyenin hem de şüphelilerin hukukuna zarar veriyor. Tüm bunları geçelim, toplumda oluşturduğu kafa karışıklığı ise cabası!
DAHA ÇOK KONUŞACAĞIZ...
Sonucu ne olursa olsun, bu meseleyi uzunca bir süre konuşacağız. Hukuki süreç bir noktaya evrilecek. Sonuna kadar hukuki tezler yarışmalı. Ortada "siyasi" değil hukuki bir süreç var. Bunun ayırdında olmak gerekiyor. Sokakları hareketlendirmek kolaydır, ancak hareketlenen sokaklara sahip olmak zordur. (Alev Alatlı'ya atıfla) Sokağa çağırmak hukuken bir hak olabilir ama bir masumun göreceği zarar, çağıranların üstüne vebaldir...