Ermenistan başbakanı Türkiye’yle kuzeyden ve güneyden mücadele ettiklerini söylerken açıkça PKK’ya destek verdiğini ilan etmiş oldu.
Adam Azerbaycan’la savaşıyor ama muhatabı Türkiye!
1984 de Ermeni Asala terör örgütü devreden çıktığında yerini PKK terör örgütü almıştı. Yani terörü finanse eden ve yöneten çevreler nöbet değişikliği yapmışlardı.
Aynı değişikliği 1999’da da yaptılar. Öcalan’ı teslim ettiler Gülen’i korumaya aldılar.
(İlginçtir 1999’da ABD’nin Öcalan’ı teslim etmesini bazıları bugünlerde o dönemin diplomatik başarısı olarak sunmaya çalışıyor. Oysa dönemin başbakanı Ecevit, ‘Öcalan’ı bize neden verdiler anlamadım.’ demişti.)
Türkiye’yi kuşatma faaliyetinin son hamlesini KKTC seçimlerinde Kıbrıslılar bertaraf etti.
Doğrudur Türkiye güçlendikçe, kendine yeterli hale geldikçe ve bağımsız politikalar izlemeye çalıştıkça emperyalist güçler kuşatmayı artırmaya çalışıyor.
Resmiyette yüzümüze gülen, ortaklık görüntüsü veren emperyalist güçler kuşatmayı doğrudan kendileri değil kuklaları eliyle yapmaya çalışıyorlar.
Kıbrıs’ta Rumlara toprak vermeyi ve federasyonu savunan Akıncı’nın seçimi kaybetmesi ve Türkiye ile birlikteliği savunan Tatar’ın kazanması, Kıbrıs cenahında kuşatmanın yarılması anlamına geliyor.
Öte yandan güneyden PKK/PYD eliyle kuşatma senaryosu devam ediyor.
Ancak PKK’nın yurt içindeki silahlı unsurlarının tamamıyla imhası için yapılan operasyonlar sürerken siyasi uzantısı HDP’deki dâhili ihtilafların gün yüzüne çıkıyor olması da anlamlıdır!
Önce Eski HDP milletvekili ve Kars belediye Başkanı Ayhan Bilgen’in sonra HDP eski milletvekili Altan Tan’ın açıklamaları HDP içindeki sorgulamaları gündeme taşıdı.
Türkiye terör örgütlerine karşı yürüttüğü mücadele ile teröristlerin nefeslerini keserken -ki bu bağlamda İçişleri Bakanının kararlı duruşunu takdir etmek gerekir- siyasi uzantılarının da nefes darlığı çektiğini görüyoruz.
Bilgen ve Tan’ın açıklamaları her ne kadar HDP’nin PKK ile arasına mesafe koymamasını eleştiriyor olsa da aslında HDP kanadında değişen ve değişecek bir durum göze çarpmıyor.
Çünkü bu tespit ve temenni HDP’nin iplerinin Kandil’in elinde -dolayısıyla ABD’nin elinde- olduğu gerçeğini değiştirmiyor, tam tersine pekiştiriyor.
Ayrıca Bilgen ve Tan’ı da aklamıyor.
Muhafazakâr kökenli bu iki şahsiyetin en önemli hatası, HDP gibi bir partide vitrin malzemesi olarak kullanılmaya rıza göstermeleridir. (Maalesef bu partide vitrin malzemesi olarak kullanılan kimi muhafazakâr kökenli vekillerden hâlâ var!)
Her ne kadar Tan parti içindeyken de demokratik mücadeleyi yeğlediğini bilahare de istifa ettiğini söylese de kendisinin HDP tarafından kullanıldığı gerçeğini ortadan kaldırmıyor.
Bilgen’in tavrı daha vahim. Vekillikten sonra bir de Belediye başkanlığı yaptı.
“HDP'li bir belediye başkanı olarak örgüte bizzat destek oldu. Belediye'nin kaynaklarını dağa aktardı. Dağdaki teröristlerim ailelerine belediyeden maaş bağladı. Belediye bütçesinden temin edilen erzak ve yaşam malzemelerini dağa gönderdi. HDP PKK'dır ve Ayhan Bilgen bunu bilir. Kendisini belediye başkanı yapan iradenin PKK olduğunu da, PKK'nın rızasının hilafına bir adım bile atamayacağını da adı gibi bilir.”(İ. Çağlar, 19/10/2020, Takvim)
PKK’nın ABD ile ilişkisini, ‘ABD ile herkesin ilişkisi var.’ diyerek cumhurbaşkanının, ana muhalefet liderinin ve NATO ilişkilerini örnek olarak gösterip PKK’nın ilişkisi masum gösterme çabası ise gerçekten milletin aklıyla alay etmekten başka bir anlam taşımıyor.
Kaldı ki HDP parti sözcüsü Ebru Günay resmen ‘HDP’de rant arayan ama aradığı rantı bulamayan isimler üzerinden HDP’yi kriminalize edemezsiniz.’ şeklinde açıklama yaparak bu iki şahsı rantçı olarak yaftaladı.
Hülasa, Türkiye terör ile mücadelesinde birçok denklemi bozduğu için terörü destekleyen siyasetçilerin de dengesini bozmuş durumda.
Ben HDP’nin kapatılmasından yana değilim. Bugün kapatılır yarın başka bir parti olarak çıkar piyasaya. Bununla birlikte kapatılırsa da kimse hukuken itiraz edemez. Batasuna kararı ortada.
Ancak bu partiye teröre verdiği desteğin bedelini ağır şekilde ödetilmesinden yanayım.
Terör örgütünü açıktan savunan her mensubu en ağır müeyyide ile karşılaşmalı ve artık terör örgütünü ve eylemlerini savunamaz hale getirilmelidir.
Mesele ne Kürt meselesidir ne insan hakları meselesi.
Mesele, Türkiye’nin kuşatılması meselesidir.