Müslümanların ilk kıblesini, Peygamberimizin Miraç'a yükseldiği Mescid'i Aksa'yı bağrında taşıyan Kudüs, Osmanlı'nın Filistin topraklarından çekilmek zorunda kaldığından bu yana zulüm görüyor. Hz. Ömer'in fethinden beri Müslüman yurdu olan Kudüs, İngilizlerin himayesiyle Avrupa'dan sürülen Yahudilere açıldı. Milletler Cemiyeti'nin öncülüğüyle Filistin'in göğsüne İsrail devleti bir hançer gibi saplandı ve o gündem bu yana kan akıtıyor.
ABD ve İngiltere başta olmak üzere Batılı ülkelerin arka çıkmasıyla, uluslararası kurumların belirsiz bıraktığı alanlar sayesinde ve en acısı da Müslüman ülkelerin sessiz onayıyla her geçen gün işgalini derinleştiriyor bu yapay devlet.
Batı Kudüs'ü işgal edip sonra da Kudüs'ü başkent ilan ettikten sonra sıra Mescid'i Aksa'yı Yahudileştirme işine geldi. Bunun için uzun zamandır türlü bahaneler üretip Müslümanların mescide gitmesini engellemekte, ibadet etmesini yasaklamakta.
Kudüs ve Mescid'i Aksa, en çok da Müslümanların sessizliğinden dolayı göğsümüzdeki bir vicdan azabına, alnımıza yapışmış bir utanç lekesine dönüşmüş durumda. Öfkemiz ise arşı kaplamış ama nafile...
Ve hala Cumhurbaşkanı Erdoğan dışında Kudüs'ü, Filistin davasını, Aksa ablukasını uluslararası dünyanın gündemine taşıyan, Müslümanların öfkesine ses olan bir başka lider yok.
İşin bu noktaya nasıl geldiğini, İsrail'in göz göre göre işgali nasıl bu kadar süreklileştirdiği ve derinleştirdiğini anlayabilmek için tarihi sürece ve Filistin davasının İsrail-Arap savaşından nasıl olup da "Filistin sorunu" haline ve giderek "Gazze sorununa" dönüştürüldüğüne bakmak lazım. İsrail arkasındaki güçleri her gün tahkim ederken Filistin'in yanında ne birlikte bir güç olarak Müslüman devletler ne de Arap devletleri var artık. Filistin bile İsrail karşısında tek parça değil.
***
Mescid-i Aksa 1969'da radikal bir Yahudi’nin Kıble Camisi’nin mihrabını ve bin yıllık minberini yakmasından bu yana İsrail'in saldırılarına muhatap. 1980'de Kudüs’ü başkent ilan etmesinin ardından israil'in Aksa'ya tacizleri giderek sıklaştı. 1990 yılında, Oslo görüşmeleri sırasında 30 Filistinli Müslüman İsrail askerlerinin Mescid-i Aksa’ya müdahalesi sırasında öldürüldü. 2000'de Beyrut Kasabı lakaplı Ariel Şaron'un, bin kişi ile Mescid-i Aksa’yı basması İkinci İntifada'nın başlangıcı oldu. El Aksa merkezli çatışmalar hiç bitmedi. Zaman zaman İsrail askerleri Mescid'e girip kutsal yerleri tahrip etti. Hukuken hiç hakkı olmamasına rağmen güvenliği gerekçe gösterip Aksa'yı ibadete kapattı, ezanı yasakladı. Bölgeye girişlere 50 yaş üstü sınırı getirdi...
Kudüs ve El Aksa ile ilgili süreç bize İsrail'in hukuk tanımazlığını, "yaptığım yanıma kar" mantığını ve Müslümanlar dahil uluslararası kamuoyunun bu konudaki derin sessizliğini anlatıyor.
Kuruluşundan bugüne Filistin halkı ve toprakları üzerindeki işgalci tutumu ile İsrail; dünya sisteminin, uluslararası hukukun, teamüllerin, anlaşmaların, deklarasyonların, zirvelerin ne kadar anlamsız ve geçersiz olduğunu gözler önüne seriyor.
***
Hizbullah'ı meşrulaştırmak için Filistin'i kullanan İran'ın gerçek yüzünü yansıyor Filistin'den. Katar'a karşı birlik olan Körfez ülkelerinin esaretini ayan oluyor Kudüs'te. İsrail'e korumalık yapan Mısır'daki darbeci katilin, kırmızı halılar üzerindeki el pençe sefaletine ayna oluyor El Aksa...
Harem-i Şerif'in statüsü 1994'te İsrail ve Ürdün arasında varılan bir anlaşma ile "Kudüs’te bulunan Müslümanlar için kutsal sayılan alanların Ürdün tarafından himaye edileceği” şeklinde karara bağlanmış. İsrail bu kesin şarta rağmen devamlı surette güvenlik gerekçeleri öne sürerek Aksa'yı ablukaya alıyor.
Amacı en iyi yaptığı şeyi yaparak fiili durumla Mescid'i Aksa'yı Müslümansızlaştırmak ve "ağlama duvarına" çevirmektir. Müslümanlar sessiz kalmaya devam ederse İsrail amacına ulaşacak ve Aksa bizim için bir ağlama mescidine dönüşecektir.