Hepimiz, içerisinde hükümet sözcüleri ve yakınlarının da bulunduğu neredeyse bütün yorumcular, iki Amerikan gazetesinde yayımlanan yazı ve değerlendirmeleri, “Türkiye’ye verilen mesaj” olarak gördük; kimimiz ‘psikolojik savaş taktiği’ dedik, kimimiz ‘kara propaganda’...
Amerika’nın mesajı, İsrail’in tezgâhı...
Benim teşhisim biraz farklı. Aslında mesajın Türkiye’ye değil, Amerika’ya verildiğini ve ABD’nin dış politika tercihlerini etkilemeyi amaçladığını düşünüyorum ben...
Lâfı dolaştırmadan bu kanaate nasıl vardığımı açıklayayım: İzlediğim bir Amerikan dizisi bana yol gösterdi...
Çok iyi korunan bir yerden öldürücü bir toksin çalınıyor ve kuşkular derhal el-Kaide benzeri örgütler üzerinde toplanıyor... Olağan şüpheliler tek tek elendikten sonra kuşku başka birine yöneliyor: Afganistan’da bir askeri operasyon sırasında teröristlerle birlikte hayatını kaybetmiş bir kadın-casusun asker-kökenli gazeteci nişanlısına... İntikam almak için böyle bir işe girişmiş adam...
Hedefinde, nişanlısının öldüğü operasyona karar veren komutan bulunuyor... Komutan şimdi savunma bakanı ve o sabah bir akademide konferansı var... Akademiye doğru yol alırlarken, birinin aklına, “Ya adamın niyeti emri verenin kendisini değil de en sevdiğini öldürmek olmasın?” ihtimali geliyor...
Doğru çıkıyor ihtimal...
İzlerken, benim aklıma, “Ya adamların derdi Türkiye’ye mesaj vermek değil de, Obama’nın Ortadoğu politikasını Türkiye’yi dışlayacak biçimde etkilemek olmasın?” ihtimali geldi...
Hemen terk etmeyin ve yazıyı sonuna kadar okuyun lütfen...
Wall Street Journal’de çıkan değerlendirmede de ipuçları var da, Washington Post’taki yazıda David Ignatius tam bitirirken daha belirgin bir ipucu bırakmış; besbelli dayanamamış...
Okuyalım: “Netanyahu ile Erdoğan arasındaki ağız dalaşı, üzerindeki istihbarat girdi ve çıktısı kabuğuyla, Ortadoğu’da ileride meydana gelebilecek kaleydoskopik değişimlerin bir örneğidir. ABD, İsrail, İran, Suudi Arabistan ve Mısır, açık ve gizli bir biçimde, yeni ittifak arayışındalar ve yeni bir denge bulmaya çabalıyorlar...”
Türkiye’nin adının geçmediğini fark etmişsinizdir, ama kanaatim o sebeple oluşmadı; dikkatimi çeken o cümledeki ‘kaleydoskop’ sözcüğü çünkü...
Kaleydoskopkarşılığı bizde ‘çiçek dürbünü’ sözcükleri kullanılıyor... Dürbün gibi bakılan ve içinde her dokunuşta değişen çeşitli renk ve desenin yer aldığı bir oyuncak... ‘Kaleydoskopik değişim’ ile, herhalde, önceden asla kestirilemeyecek tarzda köklü bir değişim kast ediliyor olsa gerek...
ABD ile İran hiç olmadığı kadar birbirine yaklaştı son zamanlarda; İsrail’den bile “Acaba mı?” tarzında arayış sesleri çıkıyor... Netanyahu bir “En büyük düşman İran” açıklaması yapıyor, bir “Ben de Ruhani’yle yüz yüze görüşürüm, neden olmasın” açıklaması...
“Suriye’de Beşşar Esad’ın düşmesinden ve yeni bir yönetimin ortaya çıkmasından sonra sıra İran’da”deniliyordu, şimdilerde Suriye’de Esad’lı çözüm arayışı başladı ve İran da, buna paralel olarak, kendisini hedeften uzaklaştırmak üzere ciddi adımlar atıyor...
Suudi Arabistan Suriye’de açıkta kalmışa benziyor, ama onun gözü Mısır’daki Sisi’li yönetimle kamaşmış durumda zaten...
‘Çiçek dürbünü’ kadar durumu izah edecek bir benzetme zor bulunurdu.
Türkiye?
Mesaj doğrudan Türkiye’ye olsaydı, bu amaçla daha önce kimbilir kaç kez olduğu gibi bizden bazı kalemler ile medya organları tercih edilir veya ABD’de çıkan yazılar sonrası onlar durumdan vazife çıkarır ve kendiliklerinden devreye girerlerdi.
Hedef Türkiye, ama mesaj Türkiye’ye değil sizin anlayacağınız...
Kartların iyice karıştırılmasıyla yeniden oluşacak Ortadoğu mimarisinde Türkiye’ye hak ettiği yeri vermeme yönünde bir saldırı bu başlatılan ve mimari projeyi elinde tutanlara verilen bir mesaj... İstenen, kaleydoskopta belirecek yeni desen ve renkler içerisinde Türkiye’nin yer almaması...
Bunu kim, hangi ülkeler ister? David Ignatius’in alıntıladığım cümlesinde sorunun cevabı da var...