Bugün 56 Müslüman devletin ve ülkesinin var olduğundan söz ediyoruz.. 1 milyar 800 milyon kadar da Müslümanın varlığından.. 'Müslüman ülke' denildiğinde, bir ülkede halkın yarıdan fazlasının Müslüman oldukları şeklindeki ölçü esas alınır.
Bir bu büyük kalabalık kitleye bakıp, bir de bütün dünyadaki sayıları 25-30 milyonu geçmeyen Yahudiler adına, dünyada Siyonist Yahudilerce döndürülen sosyo-politik ve ekonomik ve de militer / askerî güç çarklarına bakınca, ortaya çıkan tablo, her bir Müslümanı derinden sarsıyor, düşündürüyor ve İslam Milleti'nin sergilediği bu acziyet tablosundan elem duyuyor.. Ne var ki, bu 56 ülkenin büyük bir kısmının yönetim mekanizmalarının başında olanlar, uluslararası güç odaklarının, emperyalist karar merkezlerinin direkt yönlendirdiği yönetim kadroları.. Bu yüzden de kalplerdeki birlik, karar oluşturmalara ve eylemlere yansımıyor.. Yani, bu büyük ve güçlü sanılan bedeni bir çizgide tutacak, yönlendirecek bir 'baş' yok.. Evet, bedenin diğer organları şu veya bu seviyede sağlıklı çalışıyor; ama, bir 'beyin', bir 'baş' söz konusu olduğunda.. O çeşitli 'baş'lar, emirleri altında tuttukları 2 milyarlık o dev kitleyi diledikleri gibi yönetiyorlar. O halde, sosyal planda bir ıslah için, bu güçlü bedende ilk ele alınması gereken nokta, 'baş'tır.
Evet, bu 2 milyara yakın, yani insanlığın dörtte birini oluşturan büyük kitle, rahatlıkla söyleyebiliriz ki, siyasî bir birlik ve bütünlük sergileyemeseler bile, kısmen fikrî ve amma diyebiliriz ki, kalbî bir bütünlük içindedirler; ama, birlikte hareket etmek kabiliyetinden yoksundurlar.. Karşımızdaki dünya ise, son tahlilde, bizim bu kararsızlıkla malul olan büyük bünyemiz karşısında bir büyük ortak cephe oluşturuveriyorlar.. Perişanlığımızın sebebi bu..
Ve böyle bir tablo karşısında, her 'Müslüman toplum, ülke ve devlet', 'nefsin korunması içgüdüsü'ne göre, önce kendisini düşünüyor. 'Evet, gönlümüz yanıyor, ama, 3-5 milyonluk bir küçük 'Müslüman toplum'u kurtarmak adına, 2 milyara yaklaşan büyük kitleleri de tehlikeye atmak, akıllıca bir tedbir midir?' mantığını gündeme getiriveriyorlar ve birbirlerine, 'felaket ve saldırı altındakilerin kurtulması için filanca duayı 10 kere, 100 kere okuyun..' gibi tavsiyeleri dijital iletişim alanında, yüzlerle- binlerle veya daha fazlasıyla paylaşıyorlar ve vazifelerini yerine getirmiş olmanın huzuru içinde uyuyorlar.
Bu birliğin gerçekleşmesi için, şer'an ve aklen gerekli olan tedbirlere tevessül etmeye gelince..
'Bu zor iş, bizi aşar..' gerekçesiyle, -daha doğrusu- bahanesiyle, her toplum kendi kabuğu içine çekiliyor.. Ama, taa Atlantik'in ötesinde veya Avrupa'da veya dünyanın başka yerlerindeki bütün emperyalist -şeytanî güç odakları, Müslüman dünyasının ezilen, yok edilmeye çalışılan hassas bölgelerini, hep birlikte ezmeye çalışıyorlar. Mesele sadece Gazze ve Filistin değil, Yemen, Türkistan, Keşmir, Arakan, İçkerya (Çeçenistan) gibi coğrafyalardaki Müslüman halklar karşısında emperyal güçler, Trump Amerikası liderliği altında hareket etmeye çalışıyorlar.. Hatta o kadar ki Müslüman dünyaya karşı, bir Haçlı mantığıyla hesaplaşmak niyetini gizlemiyor.. Ortodoks Hristiyanların başpiskoposu, elinde Haç (salib) işaretiyle Trump'ı kutsuyor ve ona yeni zamanlar Roma İmparatoru 2. Konstantin diye hitap ediyor ve o da, 'Haç'a saygıyla bakıyor ve 'Onu hiç unutmayacağım ve yol göstericim hep o olacak' diyor. O da, taa Amerika'dan, Filistin'deki uzantıları olan Siyonist İsrail'in bağımsız bir devlet olduğu görüntüsünü vermeye dikkat ediyor, ama, bu kan içici rejimin, ABD'nin, 51. Üyesi olduğunu ilan edercesine, Filistin'e bir 'ateş-kes'in nasıl olacağının şartlarını bile taa Washington'lardan kendisi belirliyor, dikte ediyor..
*
Bu uyuşukluktan kurtulabilmek için, gidilecek yolun tesviye edilmesi düşüncesiyle, yolu hazırlamak çabasına atılanlardan başarılı bir örnek olduğu söylenebilecek ve cihanşumûl bir hedefe göre hareket etmeye dikkat gösteren Tayyip Bey'in ağzından, diplomatik hiçbir sınırı zorlamadan, kullandığı 'gönül coğrafyamız' ibaresini, ilk kez duyduğumda, insana, 'İşte bu!.' dedirten bir ufuk derinliğini yansıtıyordu. Savaşlarda, 'Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır, o satıh bütün vatandır..' formülü kullanılır. 'Müslüman için vatan neresidir?' deyince de, 'Lâilâheillallah- Muhammed'un Resulullah' beyân ve nidâsının ulaşabildiği ve Müslümanın inancını sadece lafzıyla değil, ruhuyla da hâkim kılabildiği her yer..
Ve esasen Müslümanın en temel şiarlarından olan 'İlâ'y-ı kelimetullah' (Allah'ın dininin yüceltilmesi) dâvasıdır.
Allah'u Teâlâ, kendi dininin yüceltilmesini elbette sağlayabilir, ama, bu vazifeyi Müslümanlara yüklemiştir. Muhammed Suresi'nde, yer alan ve 'Siz Allah'ın dinine yardım ederseniz, Allah da size yardım eder ve ayaklarınızı sabit kılar..' mealindeki 7. Âyet'i düşünmek gerekiyor..
Geçenlerde, Amerika'dan gelen medya mensubu 2 kişiye konuşan bir 'haham', muhataplarına, 'Siz bu Müslümanların direncindeki, mukavemet etmekteki sabrını tasavvur edemeyebilirsiniz..' diyor ve Bakara-153. Âyet'te yer alan, 'Allah sabredenlerle beraberdir' mealindeki ayeti, aslî şekliyle 'innallahe maas'sâbırîyn'i okuyarak anlatıyor ve 'kendi mücadelelerinin temelinde manevî ve ruhî bakımdan böylesine güçlü bir dayanaklarının olmadığını, zorluğun buradan kaynaklandığını' belirtiyordu..
*
Müslüman dünyasının bugünkü perişanlığını gidermek, şuurlu bir sorumluluk taşıyan her bir Müslümanın en temel meselesi olarak beyinleri meşgul etmeli, çareler dünya çapında ve sadece şu veya bu ülke veya coğrafya veya ırk- kavim açısından değil, cihanşumûl İslam Milleti'nin her yerdeki derdini, kendi bedenine rahatsızlık veren bir acı ve sancı odağı olarak görmesi gerekmektedir..
Allah'ın biz Müslümanlarda yüklediği vazifeyi hatırlamayıp, en temel meselelerimizi sadece Allah'ın takdirine havale etmeyi şiar edinen yaklaşımlarla ve sadece 'Allah yardımcıları olsun!' dualarıyla, nerelere varılabilir, düşünülmelidir.
Ra'd Suresinde, 'Bir halk kendi halini değiştirmedikçe Allah onların halini değiştirmez' mealindeki 11. Ayeti daha bir derin sorumluluk idrakiyle düşünmek zamanı geçmekte değil midir?
*