2012 senesi iktisadi büyüme oranı, son aylardaki kıpırdanmaya rağmen, yüzde üç dolayında gerçekleşecek.
2013 için daha yüksek bir büyüme oranı, mesela yüzde dört ya da beş bekleniyor ama bu beklenen oranın da tatminkar olmayacağı biliniyor.
Türkiye’nin çok daha yüksek, en azından yüzde yedilik büyüme oranlarına ihtiyaç duyduğu açık.
Yützde dörtlük büyüme oranlarıyla fakirlikle mücadele, gelir bölüşümünü daha kabul edilebilir kılma, bölgesel dengesizlikleri azaltma, kişi başına geliri yirmi beş bin dolara taşıma gibi kanaatimce olmaz ise olmaz hedefler zorlaşıyor.
Bu zorlukların Türkiye’ye siyasi istikrarsızlıklar taşıma gibi ek maliyetleri de yok değil.
Büyüme oranlarının düştüğü zor zamanlarda herkes büyüme oranlarını yukarı çekebilmek için öneriler de getirmiyor değil; tabiri mazur görün, her kafadan bir ses çıkıyor.
Büyüme oranlarını istikrarlı olarak yüksek tutmak Türkiye gibi dünya ekonomisinin yüzde birini yeni aşmış bir ülke için aslında çok da zor değil, bu konuyu bu sütunda defalarca yazdım, yapılması gereken ilk iş ekonomik büyüme-evrensel hukuk, cari açığın nitelikli finasmanı ilişkisini iyi anlamaktan geçiyor ama bugünkü konum bu değil.
Büyümenin tıkanma sinyalleri verdiği dönemlerde gündeme getirilen birkaç klasik öneriden biri de Merkez Bankası kaynaklarının büyüme amaçlı kullanılması.
Bendenizin naçiz kanaati ise biraz farklı.
İktisadi büyüme-Merkez Bankası ilişkisini biraz futbol maçına benzetirim.
Merkez Bankası bir iktisadi aktör olarak futbol oynamamalıdır, futbole hiçbir biçimde müdahale etmemelidir, sahaya girip gol atmaya, kalecilik yapmaya heveslenmemelidir.
Ancak, Merkez Bankası’nın futbole ilişkin çok da önemli bir görevi vardır.
Unutmayalım iyi futbol düzgün bir sahada, çimenleri iyi kesilmiş, drenajı kusursuz, patates tarlasını andırmayan sahada oynanır.
Patates tarlasına benzeyen sahalarda iyi futbolcu-kötü futbolcu ayırımı ortadan kalkar, Messi ile en kazma futbolcunun performansları birbirine benzeyebilir, olan da futbole olur.
Futbolde düzgün, hatta mükemmel sahanın iktisadi dünyadaki karşılığı kanaatimce sıfır ya da en fazla yüzde birlik-ikilik enflasyondur.
Merkez bankalarının ekonomiye en büyük katkısı para poliitkası aletlerini (!) kullanarak talebi, yatırımları manipüle etmek yerine paranın değerinin ülke içinde üretilen mal ve hizmetlere karşı korumak olmalıdır.
Merkez Bankası’na verilecek başka bir görev, mesela büyüme, istihdam gibi görevlerin orta vadede ekonomiye çok büyük maliyetleri olacağını unutmayalım.
Türkiye ekonomisinin aktörleri, ihracatçıları, Aradolu sermayesi, gümrük birliği sonrası İstanbul sermayesi artık iyi futbol oynamaktadırlar, sahada 11 artı bire ihtiyaçları yoktur, hatta 11 artı bir verimlilklerine zarar verebilir.
Bu iyi futbolcuların ihtiyacı iyi top oynayabilecekleri, yeteneklerini, rekabetçiliklerini ortaya koyabilecekleri düzgün bir futbol sahası, yani enflasyonsuz, öngörülebilir bir ortamdır.
Merkez Bankası’ndan beklenen de budur.
Üstelik bu çok ama çok önemli bir vazifedir.
Türkiye’de senelerce iktisatçıların (!) büyük bölümü enflasyon faciasını sadece bir kaynak aktarım mekanizması olarak algıladılar.
Oysa, enflasyon demek patates tarlası gibi bir futbol sahası yani etkinlik kaybı, nispi fiyatların çarpılması üzerinden futbolcuların, pardon, ekonomi aktörlerinin yanlış karar alması demektir.
Merkez bankalarının işi de bu yanlış sinyalleri önlemektir ve de hepsi bu kadardır.
twitter.com/KarakasEser