Almanya Başbakanı Angela Merkel’in, Türkiye’yi Avrupa’dan dışlayan politikalarını bir adım daha ileri götürdüğüne ilişkin haberler, anlamlıdır.
Merkel’in, Gezi Parkı olayları sırasında yaptığı “diplomatik hassasiyeti” zorlayan açıklamalarını Başbakan Erdoğan’a karşı Avrupa’dan yükselen sert bir uyarı olarak değerlendirip mutlu olan bir kesim olabilir, normaldir.
Benzer şekilde, CHP lideri Kılıçdaroğlu Brüksel’de, Avrupa Parlamentosu Sosyalist Grup Başkanı Swoboda tarafından kınandığında bir başka kesim de “işte bu” diyerek tepki vermişti. Kılıçdaroğlu’nun Erdoğan’ı, Suriye diktatörü Esed’e benzetmesi hayli zorlama bir yorumdu ve Avrupalı sosyalistlerden doğal bir tepki aldı. Gezi Parkı olaylarından dünyaya yansıyan görüntüler ise belli ki, Avrupa demokrasilerini alarma geçirdi...
Bunlar, günlük siyasetin normal “cilveleridir...”
Geniş yürekli bakmakta, birinin başına bir bela sarıldığında da ortalığa dökülüp zil takıp oynamaya da gerek yoktur.
‘Batılı’ başbakanı hak ediyorlar
Merkel, 1954 yılında, Hamburg yakınlarındaki Kesner’de doğmuş olmasına karşın, gençliğinin tamamını, Sovyet işgali altındaki Demokratik (Doğu) Almanya’da yaşamış bir politikacı. Merkel, öğrencilik yıllarını Soğuk Savaş’ın “Doğu Blok”u coğrafyasında geçirdi, iyi bir sosyalist miydi, ayrı bir soru işareti, ama iki Almanya’nın birleşmesi için kurulmuş son Doğu Almanya hükümetinin sözcü yardımcısı olduğunu da hatırlatalım.
Merkel, birleşmeden sonra siyaset çizgisini Hıristiyan Demokrat Parti’ye taşıdı, 2000 yılında önce partinin genel başkanı oldu, 2005 yılından bu yana da Almanya’yı yönetiyor.
Bu süreçte, Almanya’nın enerji politikaları üzerinden Rusya ile olan ilişkisini “stratejik ittifak”a dönüştürdü, Avrupa’da yaşanılan son kriz dalgasında ise, “Hitler’in bir zamanlar tanklarıyla girdiği” ülkeleri güçlü Alman ekonomisi ile kontrol altına almaya çalışan siyasetçi olarak tanımlanmaya başlandı.
Almanya gibi “batı” değerleri açısından çok önemli bir ülkenin Soğuk Savaş’ın “doğu” reflekslerini taşıyan bir siyasetçi tarafından yönetilmesi ise ortaya ciddi bir çelişkiyi çıkardı.
Türkiye’ye değişen bakış
Haberler, Merkel ve koalisyondaki küçük ortağının ülkede yapılacak yeni seçimler için hazırladıkları ortak seçim programında Türkiye’yi AB’den kesinlikle dışlayan zemine kaydıklarını gösteriyor. Merkel açısından belli ki Ankara’nın Moskova’dan pek farkı yok, bu nedenle Türkiye’yi bir stratejik ortak olarak görmekten öteye gitmeyi pek düşünmüyor. Diğer “batılı” Alman politikacıların aksine, Türkiye’nin Soğuk Savaş yıllarında “batı değerlerinin” korunması için üstlendiği riskleri, doğal olarak pek bilmiyor.
Bu tutum, “Türk demokrasisini olgunlaştırma” ve “demokratik özgürlükleri ABstandartlarına ulaştırma” yönünde güç birliği yapan her görüşten Türk demokrata büyük bir ihanettir!..
Merkel, Türkiye gibi bir ülkenin demokratikleşme çabalarına saygı göstermediğini, bu çabalar bünyesindeki “AB ile bütünleşme” hedefini gözardı ettiğini ispatlamaktadır.
Bütün Avrupalı liderler gibi, Merkel de, Türkiye’nin demokratikleşme-sivilleşme mücadelesinin iç dinamiklerinin yanında Avrupa ile bütünleşmiş dış dinamikleri olduğunu da biliyor, ama önemsemiyor. Attığı adım, Türkiye’nin “geleneksel” anti-demokratik güçlerini cesaretlendirmek veya “ulusalcı diktatörlük” ile “otokrasi” arayışlarını güçlendirmek yönünde tehlikeli bir adımdır.
Avrupa, Türkiye ile benzer demokrasi sancıları çekmiş Portekiz, İspanya ve Yunanistan’a sivilleşmede gösterdiği desteği, Merkel’in dar ufku nedeniyle Türkiye’den esirgeme gibi bir durumla karşılaşmaktadır. Bu, yalnız Türkiye için değil, Avrupa’nın geleceği açısından da bir “siyasi felaket” senaryosudur.
Avrupa’daki “gerçek dostları” çok iyi bilgilendirmek zorundayız.
Türkiye’nin Avrupa sınırına dikilecek “siyasi duvarların”, bu topraklara, “Avrasya’nın totaliter yönetim anlayışını” veya “Ortadoğu sokaklarını”taşımak isteyen iç ve dış güçler için verimli bir bataklık yaratacağını anlatmalıyız.
Merkel’e kızıp yorgan yakmanın anlamı yok!..
BİR UYARI: Avrupa ilişkisinde görev tanımının önemi var. Türkiye’yi hedef alan kararlarda Erdoğan-Davutoğlu,“diplomatik tepkiyi” gösterecek, Başmüzakereci Bağış, ortamı yumuşatan adam olarak sahne alacak. Normali bu. Avrupa Davutoğlu’nun sert açıklamalarını olağan, Bağış’ınkileri temkinli karşılar.