21. yüzyılda, üstelik yapısal cari açık veren bir ülkede, “merhametsiz büyüme” olmaz, iktisaden yanlış bir nitelemedir.
Olsa olsa, “merhametsiz büyüme” çabası olur ama sonuçta da, merhametsizlik kısmı değil belki ama büyüme kısmı havada kalır.
Bu nitelemeyi kendi alanında çok parlak, çok önemli bir meslektaşımız kullanmış galiba ilk kez.
Bu niteleme de basında, özellikle de Radikal gazetesinde önemli bir karşılık buldu, 20 Mayıs Salı günü Radikal’in başlığı “Merhametsiz işletme” olarak çıktı, Eyüp Can da, Prof. Fuat Keyman da “merhametsiz büyüme” tabirini Prof. Ayşe Kadıoğlu’na referans vererek yazısında kullandılar.
Benim de, iktisatçı olarak, bu tabire itirazım var.
Birinci itirazım dönemsel bir itiraz, geçtiğimiz yüzyılda geçerli olabilecek bu niteleme, 21. yüzyılda imkansız bir niteleme.
Prof. Kadıoğlu, muhtemelen, söz konusu “merhametsiz” sıfatını en geniş anlamıyla “hukuksuzluk”, iş hukukunda ilkellik, standartsızlık, temel hak ve özgürlüklerin ihlali, işçi haklarına duyarsızlık olarak kullanıyor.
Unutmayalım, hukuk ya da hukuksuzluk bir bütündür, kısmi analize tahammülü yoktur, “a la kart” tüketilemez, bir mönüdür, “ifade özgürlüğünde iyiyiz, çalışma hukukunda sınıfta kaldık” pek mümkün görünmemektedir.
Oysa, içinde bulunduğumuz yüzyılda, hukuk-hukuksuzluk/merhamet-merhametsizlik-büyüme ilişkisi çok, 180 derece değişmiştir.
Geçtiğimiz yüzyılda büyüme hukuku öncelemiştir, merhametsizlik-hukuksuzluk ortamında büyüme olanaklı olabilmiştir.
Bugün ise, bu durumun tersinmez bir biçimde böyle süreceğini düşünüyorum, büyümenin temel motoru her yönüyle, her alanıyla hukuktur; söz konusu eğer çalışma hukuku ise, hukuk yerine merhamet kelimesini de kullanabilirsiniz.
İkinci itirazım daha iktisadi bir itiraz; bu temel belirlenme, hukukun büyümeyi belirlemesi, cari açığın yapısal ve milli gelire oran olarak yüksek olduğu, tasarruf oranının da yapısal özellikler, davranışsal alışkanlıklar nedeniyle düşük olduğu ülkelerde daha da fazla geçerlidir.
Türkiye de büyümenin cari açığı yapısal olarak şişirmesine, düşük tasarruf üretmeye en belirgin örneklerin başında gelmektedir; zaten yüksek cari açık ve düşük ulusal tasarruf oranı da makroekonomik açıdan farklı şeyler değildirler.
Türkiye ekonomisi yüzde beşin, altının üzerinde sürdürülebilir bir büyüme oranıyla birlikte milli gelirinin yüzde yedisi, sekizi mertebesinde bir cari açık üretmektedir.
Bu büyüme oranlarının sürdürülebilmesi de söz konusu cari açık oranlarının dış tasarruflar ile finanse edilmesi ile ancak mümkündür; cari açığın önemli bir bölümünün doğrudan yabancı sermaye yatırımları ile finansmanına da “nitelikli finansman” diyoruz.
Büyüme oranlarının sürdürülebilirliği dış finansmana, dış finansmanın sürdürülebilirliği ise ülkede egemen olan hukuk sisteminin en ileri hukuk sistemlerine yakınlaşnması ile mümkündür.
Başka bir ifade ile, ne kadar evrensel (en ileri hukuk anlamına) hukuk, o kadar büyüme.
Ya da, ne kadar hukuksuzluk (merhametsizlik), o kadar düşük büyüme.
Bu önermenin dışında kalan Çin pratiği çok ama çok düşük ücretlerin ancak hukuksuzluğu telafisi, yatırımcının, hukuksuzluk ortamının riskini düşük ücret nedeniyle alması ile mümkün olabilmiştir.
Merhametsizlik hukuksuzluk anlamına geliyor ise, merhametsizlik ve yüksek büyüme oranları 21. yüzyılda ya da en azından öngörülebilir bir gelecekte beraber olamayacaklardır.
Türkiye’nin çok yüksek bir büyüme ortalaması (yüzde 7.4) yakaladığı 2003-2007 seneleri ülkenin aynı zamanda AB sistemine, hukukuna bir bütün olarak en yakınlaştığı döneme tekabül etmektedir.
AB sisteminden, hukukundan sapmalar bizim için düşük büyüme anlamına gelmektedir ve ileride daha da fazla gelecektir.
Cari açık Türkiye’nin evrensel hukuk ile kurduğu zorunlu bir köprüdür.
Büyüme için cari açığın sürdürülebilir finansmanı şarttır ve bu finansman da “merhametsizliği” taşımaz.