Velespit.
Aslında bildiğimiz bisiklet.
Çocukluk ve gençlik dönemlerimizin en yakın arkadaşı. İyi karnelerin ödülü, kötü karnelerin teşvik primi.
Sokakların güvenli, şehirlerin küçük ve mahallelerin sitelere henüz yenilmiş olmadığı zamanların sevimli oyuncağı.
Motorlu araçlar, motosikletler, ginger’lar, skutır’lar, o ayakların altında ya da arasında çalışan şarjlı ışıklı zımbırtılar derken… Sahi ne olacak? Tarihe mi karışacak?
Yok yahu, TV, internet çıkınca radyo bitti mi? Sadece şekil değiştirdi. Bitmez, bitmez elbet.
“Bisiklet daima yaşayacak” desek çok mu iddialı olur?
Bilemeyiz, göreceğiz.
Benim hikayem başka.
25 yıl önce son kez bindiğim bisikletle yeniden tanışma, barışma hikayem.
Bir de nasıl oldu da arabamı bırakıp bisiklete geçtim, onu anlatacağım.
***
Minik oğluma minik bir araba almak için yola koyuldum.
Ara-tara, sor-soruştur derken buldum bir dükkan. Arabayı seçtim. Montajı için beklerken dükkandaki bisikletlere gözüm kaydı. Öyle uzun zaman olmuş ki bisikletlerin üzerinde hayal bile edemedim kendimi.
Sonra ne olduysa oldu. Orhan Veli’nin dediği gibi “Her şey birdenbire oldu.”
O “Kaç para bu bisiklet” sorusunu sormamalıydım galiba, orada koptu film.
“Kaç para ulan bir bisiklet” gibi İbrahim Tatlıses tonlamasıyla canlandırmayın zihninizde. Pazarlığa giriş cümlesiydi benimki. Bir de tipik Türk pazarlığı, birinci ürünü aldık, ikincide iskonto beklentisi…
O da ne? Bir de baktım almışım bisikleti. Oğluma araba almaya gidip kendime bisiklet almama eşimin inanması uzun zaman alacaktı.
Ertesi gün ofise geldi bisiklet.
Peki şimdi ne yapacaktım? Gün içinde sürsem olmaz. Akşam eve nasıl götüreceğimi bile bilmiyordum, arabaya sığmazdı.
Birdenbire bir şey daha oldu, herhalde havaların da güzelliğinden… Bisikletle gitsem ne olurdu sanki eve? Ölecek değildim ya. Altı üstü yorardı. Eeee, eski sporculuk var serde, o kadar hafife almayın.
O akşam gittim eve, terden sırılsıklam olmuştum. Konuşmaya takatim kalmamıştı ama inanılmaz mutlu ve rahatlamıştım. Adeta sırtımda taşıdığım, iş için ne kadar yorulursam yorulayım atamadığım bir enerjiyi atmış, çuval gibi uzanıverdim.
Ertesi sabah çok güzel uyandım. Sahiden yorulmuş, sahiden dinlenmiştim.
Evden çıkarken kapıyı açınca bisikletim bana bakıyordu. “Hadi? Gitmiyor muyuz?” der gibi.
Arabayla rahat rahat gitmek vardı, terli terli de işe gidilmezdi zaten.
Yanından sıyrılıp geçeyim dedim, olmadı.
Görmemiş gibi yapayım dedim, olmadı.
Eve giderken yokuş yukarı ve zorluydu güzergah, iniş de yokuş aşağı, o geldi aklıma.
“Haydi o zaman” dedim, “çok ısrar ettin, gidelim”.
***
Tam bir hafta, bazı günler gün içinde 2 kez gidip gelmek suretiyle aşağı yukarı on kez evden işe, işten eve bisikletle gidip geldim.
Arabamın evde mi, işyerinde mi olduğunu bile unuttum.
Hızla kondisyon tuttum bu bir haftada, ilk gün 4-5 mola ile gelirken onu tek molaya kadar düşürdüm. Şimdi hedef tek pedalda gidip gelmek.
Bazı geceler, geç saatte çıkasım geliyor hatta. İşten yokuş yukarı sürerek geleli daha birkaç saat olmuşken, yine özlüyorum.
Küçük dertleri hatırladım böylece. Mesela kilit hala almadım, bazen korkmuyor değilim “Acaba çalındı mı?” diye. Ne güzel dertlermiş eski, küçük dertlerimiz.
Kısacası arabayı bıraktım, bisiklete geçtim.
Çok da mutluyum.
Tavsiye ederim.
Hatta şimdiki planım katlanabilir bir bisiklet daha alıp arabanı bagajına koymak. Gün içinde toplantıya giderken trafiğin merkezi olan bölgelere girmeyip biraz uzağında park edip bisikletle gitmek.
Ya nasip diyelim.
Peki bir haftalık bisiklet kullanma deneyimimde neler gördüm, neler gözlemledim?
Yollarımızın bisiklete uygun olmadığını söylememe gerek var mı? Elbette yok.
Ama uygun olanlarda bile araç sürücüleri abuk-subuk şekilde park ederek, her yeri kendilerine ait zannederek işi iyice zorlaştırıyor. (Nasıl? Hemen nasıl da sattım bir hafta önceki yoldaşlarımı?)
Bir diğeri, ne yayanın ne de otomobil şoförlerinin saygısı var bisikletliye. Hadi onlar neyse de, motosikletliler de saygısı yok, üzücü olan o. Üstüne üstüne sürüyor, görmezden geliyor.
Bu iş bisiklet yoluyla da olacak iş değil sanki. Kültürümüz gelişmeli bu konuda, hoşgörüyü inşa etmeliyiz bisiklet yollarından önce.
Kesinlikle çok havadar bisiklet kullanmak, düşünsenize 360 derece sunroof. Her yer açık. Klima gibi yapay bir havalandırma yok, püfür püfür esiyor.
Siz de benim gibi spor salonunda harcanan zamana acıyorsanız hem spor yapıp hem de bir yerlere ulaşmak çok keyifli.
Bazı zeki arkadaşlarım akaryakıt fiyatlarından dolayı otomobilden bisiklete döndüğümü düşünmüş. Aklıma gelmedi ama fena fikir değilmiş o açıdan da. Benzin istasyonundaki çocuklar buğulu gözlerle izliyor geçişimi. Ellerinden hiçbir şey gelmiyor.
Akaryakıt maliyetinden olan kazancım bisikleti üç ayda amorti ediyor hesaplarıma göre. Bir de spor salonuna vereceğim üyelik ücretini de düşersek bisiklet yakında para kazandırmaya başlayabilir bana. Ne bileyim tişört sponsorluğu filan bile alabilirim. Neden olmasın?
Tavsiye ederim, alışkanlıkları terketmeye zorlamayı tavsiye ederim. Asla asla dememeyi tavsiye ederim. Tabuları yıkıp ezberleri bozmayı tavsiye ederim. Terlemeyi tavsiye ederim.
Bisikletçimin iletişim bilgilerini isteyen e-posta atsın. Belki yönlendireceğim müşterilere dair bir küçük ortaklık yapark bisikletin maliyetini daha erken de çıkarabilirim.
Biliyorsunuz. Devir ekonomi devri. Dünya darboğazda. Para sınırlı. Çocuk büyütmek masraflı iş.
İyi haftasonları.