Açıkçası, bu yazıyı biraz korka korka yazıyorum: Belki birilerinin aklına bir hinlik düşürürüm diye. Yahut “olmadı” dediğim şey iki gün sonra olur da yanlışlanırım diye...
Ancak yine de söyleyeceğim fikrimi: Türkiye, sanırım, Gezi Parkı olaylarına benzer ikinci bir krizin eşiğinden döndü son iki hafta içinde. Bir “merdiven krizi”ne yuvarlanabilirdik, ama ucuz atlattık.
Sözünü ettiğim merdivenler, İstanbul Fındıklı’dan Cihangir’e doğru çıkan dik yokuş üzerindekiler. Muhtemelen basından izlemişsinizdir: Ağustos sonunda bir mahalle sakini bu merdivenleri rengarenk boyadı. Beyoğlu Belediyesi ise, “izinsiz” yapılan bu işe müdahale edip merdivenleri bir gecede griye çevirdi. Fakat bu “fabrika ayarlarına döndürme” operasyonu tepki çekince, aynı belediye hızlı bir kararla merdivenleri yeniden renklendirdi. Tartışma da kısa sürede dindi.
Peki ama nasıl bir kriz çıkabilirdi bu işten?
Ne olabilirdi?
Mesela, eğer Beyoğlu Belediye başkanı, yahut daha da üst düzey bir iktidar yetkilisi, “gri merdivenler”de ısrar etse ve dahası “azgın azgınlığın bu soytarılıklarına izin vermeyiz” mealinde bir demeç patlatsa, ortalık bir anda karışabilirdi.
Muhtemelen, “Renkli Merdiven Dayanışma Platformu” diye bir şey kurulurdu hemen. Mensupları, ellerinde yağlı boyalarla dört bir tarafta “merdiven boyama eylemi”ne girişirdi.
Buna izin vermeyeceğini açıklamış olan iktidar ise, “kanun ve nizam” adına polisi öne sürerdi tabii ki. Polis gazı eylemcileri daha da öfkelendirir ve sokaktaki kitle büyürdü. Solculardan LGBT’cilere, CHP’lerden çevrecilere kadar geniş bir yelpaze mobilize olurdu. Polisle çatışmak için zaten bahane arayan illegal örgütler veya “sonunuz Menderes gibi olacak” diye hezeyanlar savuran darbesever sanatçılar da cabası...
Bu arada Batı medyası da hemen kameraları dayardı merdivenlere. Türkiye hakkında pek de bir şey bilmeyen ecnebi muhabirler, “İslamcı hükümetin tek renge boğmak istediği bu ülkede...” diye başlayan beylik yorumlar yapar, kendi kamuoylarının önyargılarını beslerdi.
Bu “dış mihrak” faktörü ise, merdivenleri gri tutmak isteyen tarafı iyice katılaştırırdı muhtemelen. “Merdiven operasyonu”nun aylar önceden planladığına dair söylentiler yayılır, içinde bolca Soros, Otpor ve “Yahudi” kavramları geçen “haber”ler yayınlanırdı. Olaya biraz daha renk ve açı katmak isteyen yorumcular ise, “o ilk gece merdivenleri griye boyayan zabıta memurlarının aslında cemaatçi olduğu” yönünde “duyum”lar paylaşırdı.
Olan ise Türkiye’ye, yani hepimize olurdu. Sokak çatışmalarında can kayıpları yaşanır, mahalleler terörize olur, turizm bir kez daha baltalanır, yatırımcılar biraz daha kaçardı.
Niçin olmadı?
Çok şükür ki bunların hiç bir olmadı. Bir “merdiven boyama seferberliği” başlar gibi oldu, ama Beyoğlu Belediyesi, akılcı bir tutumla olayı yatıştırdı, sorunu çözdü.
Nasıl çözdü peki?
Basit: Konuşarak ve anlaşarak. Merdivenleri ilk başta boyayan zatın böyle bir hakkı yoktu aslında. (Ortak yaşam alanları, demokratik süreçlerle düzenlenmelidir.) Ama niyet belli ki “estetik” idi ve mahalle sakinlerinin çoğu da bu özgün girişimi sevmişti. O yüzden belediye konuyu uzatmadı, inada bindirmedi, merdivenleri renklendirdi ve işi tatlıya bağladı.
Peki ben bundan ne sonuç mu çıkardım?
İşleri tatlıya bağlamak, imkansız değildir. Sıkılmış yumrukları gevşetirseniz, karşı tarafı daha da germek yerine yumuşatırsanız, biraz gönül alırsanız, pek çok sorunu fazla tırmanmadan çözebilirsiniz.
Gelgelelim, “elini verirsen kolunu kaptırırsın” kültürünün hakim olduğu ülkemizde bu makul yolu bulmak her zaman o kadar kolay olmuyor, ne yazık ki...