Cuma Boynukara, Kürtçe edebiyatla uğraşmanın belalı bir iş olduğu yıllarda Mem û Zîn destanından yola çıkarak bir tiyatro oyunu yazdı. Devlet tiyatroları edebi kurulu oyunu reddetti. Ama 2009 yılında oyun için yapıla başvuru bu defa kabul edildi.
Yazar oyununu, 1994’te tamamladı. Oyun, aynı yıl, Diyarbakır Belediyesi Şehir Tiyatroları’nda Veysel Öngören’in rejisiyle sahnelendi. Mem ile Zîn, Van’da olağanüstü hal tarafından yasaklandı, daha sonraları ulusal ve uluslararası ödüller aldı.
Gel zaman git zaman bu defa Mem û Zîn oyunu Van Devlet Tiyatrosu tarafından 2012-2013 yılında yeniden sahnelendi. Ama bu defa yazarın izni alınmadan oyunda bir takım değişiklikler yapılmıştı. Cuma Boynukara, oyunun anlam ve kurgusal bütünlüğünü bozacak şekilde değiştirildiğini belirterek 16 Kasım 2012 yılında Devlet Tiyatroları Genel Müdürlüğü hakkında, İstanbul Anadolu 1. Fikri ve Sınaî Haklar Hukuk Mahkemesi’nde dava açtı ve davayı kazandı.
***
Mahkeme bilirkişi raporunu dikkate alarak Boynukara’nın lehine karar verdi. O bilirkişi raporuna kaydedilen değerlendirmeler şöyle:
“Mem İle Zin adlı eser ile sahnedeki “Mem İle Zin” arasında farklar vardır. Oyunun adı, “Mem İle Zîn” yerine “Mem İle Zin” olarak değişmiştir. “Δ, “İ” arasındaki fark oyunun sahnelendiği coğrafya itibariyle bakıldığında dilsel ve kültürel açıdan önemli bir ayrıntı ve değişimdir. Yazarın oyununda, “Newroz” olarak kullandığı bayramın sahnede “Nevruz’a” dönüşümü yazarın politik duruşu ve referans çerçevesi düşünüldüğünde yazarı ve sosyal çevresini itibar açısından etkileme gücüne sahiptir. Bahse konu diğer farklılıklar (ifade farkları, metin atlamaları, sahne sıra değişiklikleri, eser sahibi ile bir telif sözleşmesinin ve iznin de olmadığı göz önüne alındığında prestij ve itibar açışından yazarı etkileme potansiyeline sahiptir.”
Devlet tiyatroları acaba bir Fransız veya bir İngiliz yazarın oyununda böylesi sıra dışı bir tasarrufta bulunabilir miydi? Sartr’ın bir oyununa bir Türkmen düğünü eklenebilir miydi acaba, hiç sanmıyorum. Ama maalesef bir Kürt yazar ve bir Kürt destanı/oyunu için böyle bir tasarrufta bulunmada bir sakınca görülmedi. Olayın başında, değerli dostum Cuma Boynukara işin mahkemeye taşınmasını istememiş ve bu haksızlığı diyalog yoluyla hal yoluna koymayı düşünmüştü. Cuma’nın bu konuda gösterdiği çabanın canlı tanığıyım. Mahkemeye gitmeden önce, oyunun aslına dönüşmesi için gerekli görüşmeleri yapmasını da dostça tavsiye ettiğimi hatırlıyorum. Ama maalesef bu çabalar işe yaramadı ve konu mahkemeye düştü.
***
Cuma’nın mahkeme kararından sonra yaptığı açıklama her şeyi anlatıyor zaten:
“Oyunumun Devlet Tiyatroları tarafından oynanacağını sadece bu oyuna özgü Diyarbakır Devlet Tiyatrosu’nda o dönemin sayın genel müdürünün basın açıklamasından öğrendim. Haliyle sevindim. O dönem sezonda oynayacak oyunların genel basın açıklaması Ankara’da yapılmıştı. Oyunuma gösterilen bu özen haliyle oyunumun ayrıcalıklı olduğunun da göstergesiydi. Oyun Van Devlet Tiyatrosu’nda provalara başladı. Oyunla ilgili sorabilecekleri sorulara yardımcı olacağımı söyledim. Kolaylıklar diledim. Ancak Van’da oyunun perde demesine 10 gün kala meydana gelen deprem oyunun da ertelenmesine neden oldu. Daha sonraları, 2012 tiyatro sezonunda oyun sezonun açılış oyunu olarak duyuruldu. Van’da oyunumu seyre gittim. Oyunuma uygulanan sansüre bizzat tanıklık ederek ki bunlar kayıtlar da mevcut içim cız ederek seyrettim. Oyun sonrası Van Devlet Tiyatrosu müdürü ve oyunun rejisörüne sıkıntılarımı ilettim. Yanıt; dilekçe yaz Devlet Tiyatroları genel müdürlüğüne git. Gittim. Başrejisör ve genel müdüre sıkıntımı ilettim. Dönemin Devlet Tiyatroları genel müdüründen aldığım yanıt şaşırtıcıydı. “Siz Newroz diyorsunuz, biz Nevruz diyoruz sıkıntı o mu” Ben de sadece o değil dedim. Sohbetimiz tiyatro dışıydı. Konuşmalar havada uçuşuyordu. Beklentim bir tiyatro adamı olarak, oyunumda ki sıkıntıların not alınması ve anlaşılmasıydı. Bu arada söylemeden edemeyeceğim. Oyunuma bir de Türkmen düğünü eklemişlerdi. Hani derler ya Tüy de dikmişler miydi? İşte öyle. Benim oyunuma hem makas atılmış hem de ekleme yapılmıştı. Bu da mahkemede kendi ifadelerinde mevcuttur. Oyunu kabul eden Devlet Tiyatroları Edebi Kurulu burada sessizdi. Çünkü bu durum Edebi Kurulu da yok saymaktı. Hal böyle olunca mahkemeden başka bir yol kalmadı. Sancılı bir süreç başladı. Yazdığım oyun eklemelerle yoğrulmuş olarak karşımdaydı.”
Mem ile Zîn oyunu, kâdim bir Kürt destanı olan Memê Alan’a dayanır. Destan, Mezopotamya ve Anadolu kültürlerinin kucaklaştığı topraklar üzerinde, birbirine ulanan dillerin kıyısında, yüzyıllar boyunca bir halk söylencesi olarak kendi dilinde dolaşmış, 17. yüzyılın sonlarında Hakkârili Şeyh Ehmed-ê Xani tarafından, Mem û Zîn adıyla kaleme alınmıştır.
Umarım bundan sonra, Devlet Tiyatroları’nda bu karar dikkate alınır. Bu sancılı süreç bir başka yazar arkadaşımıza yaşatılarak, eserlerinde değişiklik yapılmaz.
Hassas bir süreçten geçiyoruz ve bu hassasiyet sadece siyasi bakımdan değil kültürel bakımdan da çok önemli. Kürt yazarlar, Kürtçe yazanlar, inkar dönemlerinde çok kırıldılar ve çok incindiler. Mehmet Uzun Kürtçe roman yazılabileceğini, en yakınındaki Türk aydınlarına, edebiyatçılarına bile anlatamamıştı vaktiyle. Çok şükür bu dönem geride kaldı. Geride kaldığının ise en çok da, devletin kültür politikasında etkili ve yetkili olan bürokrasinin anlaması ve görmesi gerekir. Bir Kürt destanına ille de bir Türkmen düğünü iliştirmek ve bir sanat eserinde harflerle ve kelimelerin anlamlarıyla oynamak hiç de akıllıca bir iş değil..
Bir program duyurusu:
TRT 6’da bugün bir sanat-edebiyat programına başlıyorum. Pazar günleri sabah saat 11’de canlı olarak yayınlanacak olan programın bu haftaki konusu Dersim. Değerli konuklarımla beraber, edebiyatın ve sanatın gözüyle Desim’i konuşacağız. Ekran başına beklerim.