Kemal Kılıçdaroğlu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinin, en küfürbaz, en ağzı bozuk, en yalancı siyasetçisi...
Böylesi gelmedi. Gelmez...
Küfürlerini ve “terbiyesizlik” addedilen çıkışlarını zaman zaman bu köşede yayınlıyorum. “Yalancılığına” örnek gösterilecek açıklamalarını da Alman Bild gazetesinde okudunuz.
Hatırlatıvereyim sevabına:
Bild muhabiri, Erdoğan’ın DAİŞ’e yoğun destek sağladığını, Kemal Bey’in bu durumu nasıl karşıladığını soruyor.
Cevap şu: “Erdoğan sadece DAİŞ’e değil, PKK’ya da yoğun destek sağladı. Valilere ‘PKK’nın silah depolarına dokunmayın’ emrini kim verdi?”
Röportajın yayınlandığı günlerde de sormuştum, şimdi de soruyorum: Sözün namusuna inanan bir insan, iddiasını kanıtlar. En azından, Erdoğan’ın valilere verdiği emrin belgesini yayınlar. Ya da bu emre ilişkin bir çıktı, bir kayıt, silik de olsa bir fotokopi sureti sunar. Kanıtınız nedir Kemal Bey?
Kılıçdaroğlu iddiasını kanıtlamak yerine, küfretmeyi seçti.
Salı günü CHP grup toplantısında sergilenen “küfürlü tezahürat” rezilliğini nasıl hoşgörülü bir tebessümle karşıladığını dün yazmıştım.
Şöyle düşünüyordum: “CHP’de namuslu bir ses çıkar, bu küfürleri onaylamadığını söyler. Mutlaka biri çıkar...”
Biri çıktı, evet.
İsmi, Mehmet Bekaroğlu.
Biz, Mehmet Bey’in “nezahet çizgisi”ni savunmasını beklerken, o tuttu küfürbaz genel başkanına sahip çıktı. Efendim, o olay bildiğimiz gibi değilmiş, genel başkanlarına yapılan yumurtalı saldırı üzerine böyle bir şey olmuş, dolayısıyla yeni bir şey değilmiş.
Buna şaşırdık mı?
Hayır.
Mehmet Bekaroğlu bizi şaşırtmıyor.
En azından bu satırların yazarı, Mehmet Bekaroğlu ismi geçtiğinde, şaşırmaması gerektiğini biliyor. Çünkü kalıbının adamı değildir. (Küfürbaz genel başkana, “dedikoducu” tilmiz...)
Mehmet Bekaroğlu denilen “dedikoducu” şahıs hakkında daha önce bu köşede yazmıştım.
Evet, dedikodu yapıyordu.
Benim gazeteci-yazar olmak, dahası Yeni Şafak’a girebilmek için bir şeyler yaptığımı (o “bir şeyler”in ne olduğunu hâlâ öğrenemedim) iddia etmişti. Bir “dostu” ona bazı şeyler anlatmış, o da anlatılan “bazı şeyler”in ne olduğunu yazma gereği duymadan, terbiyesizce tezvirat yapıyordu.
Ben de sormuştum:
Nasıl gazeteci-yazar olmuşum Mehmet Bey? Yeni Şafak’a nasıl girmişim? Anlatır mısınız?
Bende (yazar oluşumda) ne gibi “aykırılıklar” tespit etmiş o karanlıklara gizlediğiniz dostunuz?
Siz ne gibi “aykırılıklar” tespit ettiniz?
Nasıl gazeteci-yazar olduğumu, Yeni Şafak’a nasıl girdiğimi size “dedikodu” taşıyan karanlık dostlarınıza değil, o sırada gazetede sorumluluk mevkiinde bulunan isimlere (Hüseyin Besli, Mehmet Ocaktan, Mustafa Karaalioğlu, Kazım Albayrak ve Yusuf Ziya Cömert’e) soracaksınız.
Siz “İslam devrimi” dolduruşuyla etrafınıza topladığınız gençleri iğdiş ederken, ben yazı yazıyordum beyefendi. 1979 yılından başlayarak, nerelerde yazdığım, hangi edebiyat ortamlarında bulunduğum, hangi kitaplara imza attığım internet ortamında kayıtlıdır.
Dedikodu yapmayı, bel altı vurmayı, kara çalmayı bırakın; bizzat gördüğünüz, tanık olduğunuz bir şey varsa açıklayın. İçinizde zerre “delikanlılık” varsa, bunu yaparsınız.
Hayır, Mehmet Bekaroğlu bunu yapmadı, bir kez daha karanlıklara gizlediği “dostunu” devreye soktu.
Dostu buna demiş ki, “Ahmet Kekeç’le tartışılmaz...”
Dostunuz doğru söylemiş Mehmet Bey.
Elbette Ahmet Kekeç’le tartışılmaz. Tartışamazsınız...
Delikanlıca vuruşmayı bilmediğiniz için tartışamazsınız.
Dedikodu yapmaktan, bel altı vurmaktan, iftira atmaktan başınızı alamadığınız, söze “söz”le mukabelede bulunmaktan aciz olduğunuz için tartışamazsınız.
Siz busunuz!
Kılıçdaroğlu’yla da birbirinize çok yakışıyorsunuz.
Rabbim saadetinizi daim kılsın!