Mehmed Akif’in, “Allah’ım bana, bu aciz kuluna bu destanı yazma imkanı bahşet...Bu ulvi vazifeyi bana nasib et; sonra canımı al!” diye gözyaşları içinde yakarışlarıyla kaleme aldığı Çanakkale Destanı’nda:
Çehreler başka, lisanlar deriler rengarenk;
Sade bir hadise var ortada; Vahşetler denk.
Kimi Hindu, kimi yamyam, kimi bilmem ne bela...
dediği o Hinduların içinde pek çok kandırılmış din kardeşimiz de vardı. Çanakkale savaşının o kan ve gözyaşıyla yoğrulmuş günlerinin birinde , Tayyar Paşa, ordunun içinde sesi güzel ne kadar asker varsa onlara sabah namazında hep birden ezan okumaları emretti.
Emri alan yüzlerce asker, şafak kızıllığında, dabvudi sedalarıyla ezanı Çanakkale’nin kanla karışık buz gibi sularına değin dinletir. Çok geçmeden düşman mevzilerinden taşa sarılı bir kağıt gelir. Tayyar Paşaya götürülür kağıt : Paşa açar Farsça yazılmış kağıdı okur:
“Bizler Hindistan’lı Müslüman askerleriz. İngilizler bize, Almanlara karşı Osmanlı’nın yanında savaşacağımızı söylediler. Biraz önce sizin mevzilerinizden ezan sesi duyduk. Siz kimsiniz?!”
Tayyar Paşa ve yanındakilerin kanı donar. Tarih kandırılmışlığın böylesine, kalleşliğin bu boyutuna pek az tanık olmuştur.Hemen yanıt verilir:
“Burası Osmanlı payitahtının kapısı....Bizler de asakir-i Osmaniyiz...”
Osmanlı’ya karşı Çanakkale’de çarpışan Hintli askerlerin kaybı seksen beş bin kadardır ve bu sayı , büyün cephelerdeki Hintli kaybının yüzde yetmişini oluşturur...
GFelin şimdi, de Çanakkale’den İstiklal Savaşına geçelim. Le Monde muhabiri 1922’de Türkiye’ye gelir. Anadolu aç, perişen, sefildir. Analar dul, çocuklarsa öksüzdür. Muhabir Eskişehir istasyonunda dolaşırken boş çuvalların dibini delip başlarını, yanlarını delip kollarını çıkarmış, ayakları çıplak üç çocukla karşılaşır. Yaşları yedi sekizdir çocukların. Yanlarına yaklaşır; sorar:
“Oğlum baban nerede?
“Babam Çanakkale’de öldü.
“Niye öldü?
“İslam için
“Nereden biliyorun?
“İmamımız söyledi
Muhabir öbür çocuğa döner. Onun da babası Yemen’e şehit düşmüştür, “vatan için!” Üçüncü çocuğun babası da Yemen de yatmaktadır.
“Peki size kim bakıyor?
“Burada bir ebe anamız var, o bakar...
Derken yaşlı bir kadın istasyonun bitişiğindeki kulübesinden çıkar çocuklara seslenir: “Gazanfer! Muzaffer! Mücahid! Çorba yaptım gelin!”
Le Monde muhabiri Paris’e döner ve gazetesine yazar:
“Elde yok, avuçta yok, çuval içindeler. Aç ve sefiller. Ama adları Gazanfer, Muzaffer ve Mücahid! Bu millet yenilmez, yenilemez!!”
Doğrudur! Kaltabanlığın, ahlaksızlığın, kahpeliğin boyutu ne olursa olsun bu milleti yenmek mümkün değildir...