12 Aralık Pazartesi tarihli ve, 'Meclis'e sunulan 'Anayasa değişikliği' teklifini anlıyorum da..' başlıklı yazımda, kanun metinlerinin yorumlanmasının, güçlü olanlara göre değişebileceğini anlatmaya çalışmış ve 'İmdiii, '340 yakın m.vekili imzaladı' AK Parti ve MHP'den.. Ama, m.vekili imzalarının 400'ü geçmesi lâzım, o zaman anayasa değişikliği için gerekli olan referanduma gitme şartına gerek kalmıyor. Normalde, siyasî rekabet olmasa, CHP, İP ve HDP m.vekillerinden birçoğu da, annelerinin de başörtülü olduğunu söyleyerek, onların hayat tarzına hürmeten, bu teklife imza atabilirler. (...)
Ancaak, bu 'Anayasa değişikliği'nde kullanılan ifadeler de problemli olabilir. Çünkü, 'Kadınların neyi, nasıl giyeceklerine dair hiç bir müdahale olmaması' gibi bir ibare de vardı o metnin içinde, yanılmıyorsam..
Şimdi havalar soğuyunca , o sahneler yok oldu, ama, geçtiğimiz yaz aylarında Marmaray ve metrolarda ve şehrin ana caddelerinde üzerine sadece göğüslerin kapatıldığı ve daracık kısa bir şort giymiş yüzlercesi genç kızlar görüldü..
Bu gibi, özgürlüğü başıboşluk olarak anlayanlara karşı, anayasa hükümlerini hangi yöntemlerle frenlemek mümkün olabilir?' demiştim.
*
Evet, konuyu biraz daha açarak, tekrar edeyim..
Ana caddelerde, sokaklarda plaj kıyafetiyle kendilerini teşhir eden gencecik kızlar arasında kendi kızlarının olmasını da isteyenler varsa.. Onlara bir şey demiyorum.. Hayırlarını görsünler..
Ama, dünya çapında, sosyal medya denilen bataklıklarda, 4-5 büyük harfle anılan hangi cinsî sapıklık oluşumlarının, 'İnadına açılalım..' kampanyaları yaptığı da bilinmiyor mu?
O kuruluşun tahrik ettiği laik kesimlerin Taksim Meydanı ve benzeri yerlerde, ellerinde en utanmaz pankartları taşıyan ve hayvanî titreşimlerinin kölesi olan 'fahşâ taifesi'nin halkımızın en tefessüh etmiş kesimi olduğunu tekrara gerek yok..
İşte bu noktada diyoruz ki, en mükemmel kanun metinlerinin dahi kötü uygulayıcılar elinde ne hale dönüştüğüne yığınla örneklerimiz varken..
'Örtünmek isteyen kızlarımızın en tabiî hakları kabul edilsin..' derken; Anayasa'ya 'kadınların neyi giyeceği ve giyemeyeceği konusuna hiç bir müdahalenin olamayacağı' gibi çok geniş bir hüküm getirilirse..
Bırakalım, caddeleri, AVM'leri, özel işyerlerini; hattâ devlet dairelerinde, okullarda, hastanelerde, her türlü kamu kuruluşlarında,- geçtiğimiz yaz İstanbul'da yüzlerce örneğini gördüğümüz ve üzerlerinde kısacık şort ve göğüsleri askıda tutan mâlum parçalardan başka hiç bir şey bulunmayanlarla 'memûre'lerle karşılaşmaya nasıl engel olacaksınız? Bu kadarı da olmaz diyenlere, o 'fahşâ taifesi', 'Bu memlekette anayasa var..' demeyecek midir?
Halbuki, hele de bir Müslüman halkın inanç değerleri, âdâb ve örfü ve ahlâkî değerleri, yazılı kanunların da üstündedir ve asırlarca geçmişi vardır.
Evet, ben bu ihtimallerle karşılaşılabileceğinden söz ettim, ediyorum.
*
Evet, bu konudaki kaygıların dile getirildiği yazım üzerine, laik kesimin mâlum kalemşörleri, hemen 'günah defterleri'mi açıp saldırmışlar..
'Uğur Mumcu Suikasdi' sanığı Star yazarı başörtüsü düzenlemesinden memnun olmadı: Şort giyen kadınları hedef aldı..' diye başlıklar atmışlar.
'Star yazarı, memnun olmadı, şort giyen kadınlarla ilgili de düzenleme istedi..'
'Hükümete yakın Star gazetesi yazarı Selahaddin Eş /Çakırgil, anayasa değişiklik paketini yetersiz buldu..' denildikten sonra benim yazımdan ilgili bölümleri aktarmışlar.
*
Sonra da, 'Selahaddin Eş-Çakırgil kimdir?' ara başlığı altında, şu satırlara yer verilmiş:
'Selahaddin Eş olarak bilinen yazar, Uğur Mumcu cinayetinin de sanıkları arasındaydı.. Hakkında yakalama emri olan Eş, (...) bir çok siyasî cinayetin sanığı olarak da gündeme gelmişti. Hakkındaki arama kararının kaldırılmasının ardından Türkiye'ye gelen Selahaddin Eş-Çakırgil, Star gazetesinden yazarlığa başlamıştı..'
Nasıl bir şeref anlayışına sahib bu gibiler karşısında, nasıl da araştırmacı gazetecilik örnekleri segilemişler' demekten kendimi alamıyorum.
Sonra, hızlarını alamamışlar ve hınçlarını yatıştırmaya yetmemiş bu yazdıkları ve devam etmişler:
'Uğur Mumcu'nun oğlu Özgür Mumcu, Çakırgil'in yazılarına başlamasının ardından, 'Hoşgeldin Selahaddin Bey kardeşim' başlıklı bir yazı kaleme almış ve (...) Babamın cinayeti , Bahriye Üçok, Muammer Aksoy , Ahmet Taner Kışlalı aynı tetikçiler tarafından işlendi. Tetikçiler bugün Star'da yazan eski kanun kaçağı Selahaddin Eş gibi İslâmcıydı. (...) Kendi döktükleri kanla aldıkları abdestle kıpkızıl namazlara durdular. Seccadelerinde kanlı ellerinin ve alınlarının izleri var, (...)' gibi aktarmalar yapmışlar.
7 sene öncelerdeki bu satırları tekrarlayanlar, ama, benim, o kişiye, hemen ertesi günü Star'daki sütunumdan, 'Mumcuzâde Özgür Bey'e..' başlığıyla verdiğim cevab karşısında, ne Özgür Mumcu, ne de o taifeden diğerleri, bir 'özür dileyecek' kadar 'medenî tavır' bile sergileyemediler..
*
Bir diğer internet sitesi, 2018'deki bir yazımdan, 'Anıtkabir'e, 'laik türbe' diyen Star yazarı olduğumu keşfetmiş.. 'Kutsala karşı olmak adına hareket eden bir laik cemaat' ten söz ettiğimi de keşfetmişler, eski yazılarımı karıştırırken..
Halbuki, ben, daha fazlasını da söylemişimdir. 'Kendi laik kutsallarını dayatmak için, bir laik türbe icad etmediler mi? Yalnız askerî ve mülkî erkân ve siyasîler değil; ferdler ve sosyal gruplar da açık veya gizli baskıyla oraya götürülmüyor mu?' diye yazmışımdır.. Yalan mı? Hattâ, körpecik 7-8 yaşındaki çocukları bile oralara götürüp, heykeller önünde ağlatmadılar ve secde ettirmediler mi?
*
Böyleyken, hakkımda bu gibi iddiaları delilsiz olarak yazacak kadar ilginç bir şeref ve haysiyet anlayışına sahibler.. O halde, aldanabilecek kimselere kolaylık olsun diye kısaca tekrar hatırlatayım:
1972'de İstanbul Hukuk'ta 3. sınıftayken ve 'Bâb-ı Âli'de SABAH' gazetesinde başlayıp, Millî Gazete, Selâm, 2001-2009 arasında 8 yıl Yeni Akit'te, 2015'de yurda dönüğümde 7-8 ay kadar Hakan Albayrak'ın çıkardığı Diriliş Postası'nda ve son 7 yıldır da STAR'da, ve ayrıca onlarca haftalık ve aylık dergilerde bir kısmını bazı arkadaşlarımla çıkardığım haftalık ve aylık dergilerde, on binlerce yazı yazmış birisi olarak ifade edeyim ki, 12 Eylûl 1980 Askerî Darbesi'nden sonra, -1977-78'de, o zaman yürürlükte olan TCK.163. maddeden dolayı hapiste yattığım gibi, aynı maddeden dolayı daha onlarca dâvadan da mahkûm olduğum ve olacağım açık olduğundan, yurt dışına çıktım ve 1982-1993 arasında da 11 yıl vatandaşlıktan atıldım, Kenan Evren rejimi tarafından..
Hiç bir silahlı eyleme katılmışlığım ve, ne Uğur Mumcu ve ne de diğer katl hadiselerine karıştığıma dair kanunî bir suçlanmışlığım da yoktur. Buna rağmen beni, bu hadiselerin sanığı olarak, yıllardır olduğu gibi hâlâ tekrarlayanların nasıl bir şeref ve haysiyet sahibi olduklarını da kamuoyunun vicdanına havale ediyorum.
Sadece, Almanya'da kurduğum ileri sürülen bir, 'Kudüs Kurtuluş Ordusu' suçlaması vardı ki, gerçek olsaydı, bir de şeref duyardım; ondan da yargılamalar sonunda beraat etmişimdir.