Doğrudur...Biz, yıllardır PKK ile mücadele ediyoruz diye düşünüyorduk, meğer Amerika ve Rusya ile savaşıyormuşuz!..
Öcalan’ın 9 Ekim 1998’de Şam’dan çıkıp indiği ilk havalimanı Atina’ydı. PKK lideri, zaten yakın işbirliği içinde olduğu Yunan istihbaratının kendisini Türkiye’ye karşı koruyacağından emindi. Devamında Moskova ve Roma serüvenleri yaşandı, nihayetinde onu, Kenya’nın başkenti Nairobi’de Yunan Büyükelçiliği’nde bulduk. Bütün bu süreçte, kendisiyle birlikte olan Yunan istihbaratından Savvas Kalendiris, Öcalan’ın Moskova’da “gayrı resmi bir törenle karşılandığını” belirtiyor...
Sonuç itibariyle, kendine sığınacak bir kapı arayan, Türkiye’de binlerce insanın ölümüne yol açmış bir terör örgütünün lideriydi ve bugünün gençleri çocuktu, hatırlatayım, o terör örgütü liderine destek olmayan müttefik kalmadı!.. Rusya’nın yeri ayrıdır. O sırada Sovyetler Birliği’nin dağılma travmasını yaşıyordu, bugün olsa, kimseye bırakmaz, topraklarında misafir ederdi!..
Ecevit’in derin şüphesi
Öcalan’ın bir CIA-MİT operasyonu ile Nairobi’den alınması sırasında merhum Bülent Ecevit başbakandı. Kendisine, özel bir sohbette “nasıl bir süreç yaşandı” diye sorduğumda verdiği yanıt ilginçtir: Aslında beklemiyorduk ve Öcalan’ı Nairobi’de teslim alırken Amerika’nın hangi amaçla bu işi yaptığını çok sorguladık, bugün de tam olarak anlayabilmiş değiliz.
Oysa, aradan geçen zaman Amerika’nın bu “teslimat” ile çok yönlü bir satranç oynadığını gösterdi. 1- 90’lı yıllarda PKK’ya askeri desteği, suikaste kurban giden Eşref Bitlis tarafından belirlenmişti, bu adımla, Türkiye’nin güvenini yeniden kazandı, 2- Türkiye’nin Öcalan’ı idam edemeyeceğini biliyordu. Böyle bir adım, ülkenin etnik bir hesaplaşmanın kanlı rotasına girmesine neden olacaktı, belki de bu hatanın yapılmasını bekledi, 3- Öcalan’ın Türkiye’deki varlığın zaman içinde PKK açısından siyasi avantaja dönüşeceğini bekliyordu, nitekim, ülke şu anda, İmralı’da kurulmuş bir saatli bombanın tik-taklarıyla yaşamak zorunda kalıyor.
Neo-conlar’ın yeni atağı
Yakın tarihin en başarısız Amerikan Başkanı Obama’nın “ortalığı bulandırmadan görev süresini tamamlama” telaşı, Washington’daki güçler dengesinin değişmesine neden oldu. “İsrail’in kalıcı güvenliği açısından Türkiye ile İran arasında bağımsız bir Kürdistan’ı destekliyorum” diyen İsrail Başbakanı Benyamin Netanyahu gibi düşünen çok sayıda neo-con, uzun süren bir sessizlikten sonra tekrar devredeler...
Neo-conlar’ın “Siyonist kanadından”, eski Pentagon yetkilisi Harold Rhode’un 2012 yılında Washington’un en sağdaki düşünce kuruluşu Gatestone Enstitüsü’ne yazdığı bir makale (http://www.gatestoneinstitute.org /3157/syria-unified-state) belli bir planın işlediğini göstermesi açısından önemli.
Rhode, analizinde, Suriye’nin yaşanılan bütün gelişmelerden sonra toprak bütünlüğünü korumasının imkansız olduğunu belirterek, Kürt hareketinin (PYD) ülkenin kuzeyinden Halep’a kadar uzanan bir coğrafyada siyasi özerkliğini saglayacağını, ilerleyen dönemde, Lazkiye merkezli alanı kontrol eden Nusayriler ile sağlanacak siyasi ittifak ile de Akdeniz’e ulaşabileceğini vurguluyor.
Rhode, PYD’nin Akdeniz’e ulaşması halinde Erbil yönetimiyle birleşen Kürt coğrafyasının “bağımsız Kürdistan”ın yolunu açacağını da kaydediyor.
Rusya’nın karşı atağı
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Obama yönetimine ısrarla soruyor: Türkiye’nin mi, PKK’nın mı müttefikisin?
Bu sorunun yanıtı bellidir, Amerika artık PKK’nın müttefikidir. Çünkü, İsrail’in bölgedeki bütün “Sünni” devletleri parçalamayı hedefleyen 1982 tarihli Yinon Planı, Irak ve Suriye’de başarıya ulaşmış, Siyonist hareketin tarihçisi Bernard Lewis’in tarifiyle Ortadoğu’nun “Lübnanlaşması” sağlanmıştır. Bundan sonraki aşama, küçük Arap devletleri ve kontrol altında Kürdistan’dan oluşan yeni bir Ortadoğu haritasıdır.
Rusya’nın Suriye’de PKK ile gerçekleştirdiği ortaklık, Selahattin Demirtaş’ın Moskova’da gördüğü hüsn-ü kabul ve Türkiye’ye karşı savaşan PKK’ya silah yardımında Moskova ile Washington arasında başlayan yarış, bu sürecin devamıdır.
Bayırbucak, Türkmen Dağı’nın bir ABD-Rus ittifakı ile Türkler’den temizlenmesi bu planın başlangıç noktasıdır.
Oyun açıktır ve oyunun iki aktörü ABD ile Rusya bu kez tasarladıkları finalden emin bir şekilde hareket etmektedirler.
Unuttukları nokta, Türkler’in yaşam alanlarına uzanan dış müdahaleler karşısında sergiledikleri şaşırtıcı kahramanlıktır.
Evet... Bayırbucak artık bizim için Kıbrıs’tır...
Bunun ne anlama geldiğini görmek için 1974 yılına bakmak yeterlidir...