Başlıktaki iddia, 10 Kasım 1938, saat 09.04’e kadar olan dönemi kapsamamaktadır. Belli ki, emperyalizmin, zamana yayılmış “tıbbi suikast” sürecinin başarıya ulaşmasından önce, yani Kuvvayı Milliye lideri Gazi Mustafa Kemal Atatürk sağken bir “derin devlet” var. Olmasa, ülkenin o zayıf halinde nasıl eder de, Fransa gibi bir imparatorluğun elinden Hatay’ı alır…( Siz, Menderes, Zorlu, Polatkan’ın, darağacına yalnız Sovyetler ile yakınlaştıkları için mi gönderildiğini sanıyorsunuz, onlar yapabildiğimiz tek derin devlet harekatı olan Kıbrıs’taki Türk Mukavemet Teşkilatı’nı 1958’de kuran insanlardır.)
Tarih bize, yaşananların ışığında bir gerçeği gösteriyor: 1952’de NATO’ya girmemizden sonra bir değil, iki “paralel” derin devletimiz olmuş!..
İlginç olan… İkisi de bize ait değil!..
Biri, laikçi-Atatürk’çü görünen NATO’cu… Bunlara genel olarak “Kemalistler” dedik.
Diğeri, dindar-muhafazakar görünen Amerikancı… Bunların şimdiki adı FETÖ’cü…
İkisi de, aynı güce hizmet ediyor. Açık örneği, emperyalist/Siyonist bir dış müdahale olan 28 Şubat sürecinde tezgahladıkları perde arkası ittifaktır.
Kusura bakmayın, uyanamadık
Özeleştiri yapıyorum, Hakan Fidan’ın MİT’in başına atanması sürecinde neden İsrail’in bu kadar rahat eleştiri yaptığını tam olarak anlayamadık. “Biz sizin MOSSAD’a karışıyor muyuz” demek yeterli değildi, siyonizmin Türk derin güvenlik yapılanmasına açık müdahalesini mercek altına almamız gerekiyordu. GLADIO-B savcısının MİT Başkanı’nı tutuklama çabaları, bir kumpasla “kozmik odaya” girişleri…
Emperyalizmin Türk devletinin derin noktalarında “milli kimlik” istememesinden kaynaklanıyor, belli. Bu rahatsızlık, 15 Temmuz’a kadar vardı. Amerika’dan emir alan bir pilotun, gazi Meclis’i bombalaması budur.
Neden Türkiye’nin Sovyetler yıkılınca NATO GLADIO’sunu temizleyemediğini olaylar bize şimdi gösteriyor: Milli derin devletiniz yoksa, başkasının derin yapılanmasını tasfiye edemezsiniz.
Bekasını tartışan, millet olamaz
Kılıçdaroğlu’nun, 2013 Aralık ayında gerçekleştirdiği Washington ziyaretinden bu yana sergilediği “işbirlikçi siyaset” bu gerçek ışığı altında aslında doğal olanıdır. Sizden devletinizi almış emperyalizm, siyasetinizi de bu hale getirir, “milli beka” konusunda tartışmasız mutabakat olması gerekirken, konuyu tartışırsınız.
İşin, medya üzerinden sokağa kafa karışıklığı olarak yansıması ise kaçınılmazdır.
Düşünün, kendisine “Atatürkçü” diyen hayli kalabalık bir kesim, Atatürk’ün kurduğu partinin nerelere savrulduğunu görmek istemiyor.
Konunun diğer yönü, “Müslümanlar’ın birinci görevi İslamcı hareketlerden kurtulmaktır, çünkü hepsi Haçlıların kontrolü altındadır” dediğinizde karşınıza çıkarılan laflarla gösteriyor.
70 yıllık sistem için doğal olmayan, 15 Temmuz’da milletin gösterdiği kararlılık, bunu önce “Yenikapı Ruhu”na, sonra Cumhur İttifakı’na taşımasıdır.
Kendileri de biliyor, Erdoğan-Bahçeli ikilisi millet tarafından bu süreci ayakta tutmakla görevlendirilmişlerdir.
Geleceğe dönük ana görevleri ise, devleti, “milli kadrolara” teslim etmek, NATO’cu, FETÖ’cü tüm unsurları temizlemektir.
Sokak, günlük siyasi tartışmalarla hiç ilgili değil, söylenilen vaatleri de dinleyip geçiyor, milletin ana kriteri şudur: Milli devlet için temizlik yapılıyor mu, ipe un seriliyor mu?.. (Emperyalizmin son ekonomik saldırılarından sonra millet, refahının garantisinin de buradan geçtiğini anladı, milli/üreten ekonomi anlayışını ülkeye oturtan siyasetin şansı var, detayları geçiniz.)
Küresel telaş ve emperyalizmin fırtına hazırlığı var, hedefi kadim ve bilge millettir. Uyanık olun.