Kara kukuletalı kampanyalar Baktığınızda, siyasal anlamda insanların çevresindekileri etkileyip, yönlendirip yönetme istek ve çabası insanlık tarihinin başlangıcına kadar gider. Bu kadar kadim bir mesele yani. O günden bugüne araçlar hayli değişti, ama amaçlar pek de değişmedi. Günümüzde bilinçaltı ve görsel yolla etkileme hayli revaçta. Rakipleri yıpratmaya yönelik kampanyalar da 1946’dan beri sıkça başvurulan yöntemlerden biridir. Batıda, alt-üst Amerika’da, hatta Okyanus kıtasında da var. Rakipleri yıpratabilirsin, ama dert sadece rakiplerin negatif yönlerinin ortaya çıkarılıp seçmenlerin bilmesini sağlamak değil ki. Partisi olmayanlar bile bunu yapıyor ya... Kurgulanmış, uydurulmuş veya tuzağa düşürme şeklinde olanları da var. Zaten, işin ‘kara’ kısmı da bu oluyor. Daha fazla ilgi çekmesi için, işin içine bazen cinsellik öğeleri de katılıyor. ‘Fahişe ruhlu kampanyacılar’ın ‘Bal Tuzağı’ zapturaptı. ‘Sexpiyonaj okulu’ mahsulü bu yola başvurmalar maalesef bizim ülkemizde de görülüyor. Hayali bir senaryo oluştur, görselle destekle, dedikodu kazanına at ve karıştır. Ama, atlanan bir nokta var ki, bu iletişim çağında bu dedikoducular bir gün ‘mutlaka’ ortaya çıkıyor. Sonuç, itibar sıfırın altında.
Kurumsal kimliksizlik
Diğer taraftan yılların siyasal partilerin kurumsal kimliklerine ihanet ettikleri de bir gerçek. Mezkur yerlerdeki adaylara bakın. Sağ gösterip sol, sol gösterip sağ salla. Yahu ne demek ‘ya CHP ya MHP, en güçlü adayı destekle’. Bu kadar mı kendilerine güveni yok bu partilerin, camiaların ve mensuplarının. Sağlı sollu, teker teker değil, çifter çifter gelsinler, yine bu ‘kurumsal kimliksizlikten’ çıkacak bir sonuç olmayacaktır. Zira, genlerle oynarsan ortaya önce süper gibi görünen bir ‘cins’ çıkar, sonra da onun ucube olduğunu anlar, bunu da siyasi hayatınla ödersin. İnsaf. Şeddeli insaf. En azından kendi kurumsal kimliğiniz için biraz insafa davet ediyorum sizi. Ümidim halen budur. Sen projeni anlat, saygılı ol, rakibini bununla alt et, beni ikna etmeye çalış, gerisi millete kalmış. Yok tam tersiyse, yine milletten kalacaksın.
Sıradaki gelsin...
Şimdi de Milli Eğitim Bakanlığı’yla uğraşmanın zamanı. MEB Rehberlik ve Denetim Başkanlığı’na getirilen Atıf Alâ’nın soyisminin çekiciliğinden olsa gerek afkurulmaya başlandı. Örneğin, taşra denetim elemanı bu noktaya gelemezmiş. Kaldırılmış olmasına rağmen kara propaganda unsuru olarak Teftiş Kurulu Başkanı denmesi. Ve dahası. Ey! Bakanlık yeniden yapılanıyor, kanunlar değişiyor, kararnameler çıkarılıyor, yeni düzenlemeler yapılıyor. Rehberlik ve Denetim Başkanlığı da bir hizmet birimi. Hizmet birimi olarak görülen teşkilatlara da nasıl atama yapılacağını sorarak öğrenmek mümkün. Örneğin, milli eğitim denetçileri müşterek kararname ile değil bakan onayıyla atanıyor. 2451 sayılı Kanuna, 657 sayılı Kanun hükümlerine, 652 sayılı KHK’ya ve ilgili diğer maddelere bir bakın. Çıkarın kalemleri sınav başladı. Dersinizi çalışırsanız, gerçeği göreceksiniz. Bunu görmüyorsanız, yıllarını eğitime vermiş insanların, liyakat sahibi bürokratların görev yerlerinin değişmesini, atanmasını sadece soyadı ile, ağabeyi vesaire ile görmek istiyorsanız; yanlış değil, yalan haberler yapıyorsanız, din de, ahlak da, insanlık da bunu tasvip etmez. Kin gütmek, ders çalışmadan gazete kağıtlarına kopyalar hazırlayarak sınava girmek sizi bir yere götürmez. Çakarsınız. Eğitim, öğretmenlik öyle zor ve önemli bir meslek ki, bu yeni düzenlemelerle ‘KPSS’yi geçtim, örtmen’ oldum denemeyecek artık; öğretmenlik gibi ‘alâ’ bir meslek değerini bulacak. Şimdi bırakın kalemleri, sınav bitti.