Türkiye’de her gün 39 ulusal gazete yayınlanıyor. Bunların 4’ü spor, 2 tanesi de İngilizce gazetelerdir. Bir de günlük ekonomi gazetesi var. Geriye 32 günlük siyasi gazete kalıyor. Hepsi de gerçekten keskin bir çizgide siyasi yayın yapıyorlar. Tekrara hacet yok bu ülkede gazeteciliğin ne kadar sert ve bazen de etik sınırları aşan bir kuralsızlıkla yapıldığını biliyoruz.
Etik sorunu hariç, medyanın keskin ve takipçi olması elbette demokrasinin bir özelliğidir. Medyanın sayısız yapısal sorununu ayırarak, medyasız demokrasinin olamayacağını bilmek gerekiyor. Bu kritere vurulduğunda Türk demokrasisinin medya üretimi açısından fevkalade zengin olduğunun aklını da çizmek lazımdır. Medya sadece sayısal olarak değil, muhalefet gücü açısından da benzersiz bir noktaya gelmiş bulunuyor.
Ulusalcı hakaret medyası
32 ulusal siyasi gazetenin en az 10’u doğrudan ve sadece muhalefet yapmaktadır. “Muhalefet yapmak” derken, sıradan bir yayıncılıktan söz etmiyorum. Yayın politikasını, ne olursa olsun iktidar karşıtlığı üzerine oturtan gazeteler bunlar.
Daha açık söyleyelim yaptıkları gazetecilik aracılığıyla muhalefet değil, açık ve net bir şekilde Erdoğan ve Erdoğan’ın kişisel politik kariyerine saldırmaktır.
Medyada Erdoğan’a hakaret fikri ve politikası üzerinden yeni bir pazar oluştu. Bu pazardan pay almak için art arda gazeteler kuruluyor ve birbirleriyle sertlikte yarışıyorlar. Eskiden beri muhalif pozisyonda olanlar da yayınlarını bu yeni pazar dalgasına göre değiştiriyorlar ve sertleştiriyorlar. Bu gruptaki gazeteler her gün, birbirine benzeyen haberlerle, aynı bakış açılarıyla, aynı yorumlarla okurları önüne çıkıyorlar.
Geri kalanların; yani, bu grup dışında kalan eski gazetelerin büyük çoğunluğunun siyasi tavrı da malum.
Medyada böyle bir dönem hiçbir zaman olmadı...
Her devirde muhafazakar iktidarları ve liderleri hedef alan özel medya girişimleri vardı ve şimdi olduğu gibi ekonomik açıdan güçlü gazete ve televizyonlar zaten tabiatı gereği hep bu iktidarların karşısındaydılar. Menderes, Özal, Erbakan gibi liderler de sistematik olarak yıpratıldı ve köşeye sıkıştırılmaya çalışıldı.
Medya gücü üzerinden ülke istikrarsızlaştırıldı ve askeri darbeler de yapıldı. Geleneksel olarak medya düzeni Kemalist-ulusalcı bir çizgiyi hep korudu.
Ama bugün o geleneksel gazete ve televizyonlara ilaveten onların yanı başında yeni bir pazar açılmış bulunuyor: Hakaret medyası...
Meydanın içinde, en sağdan en sola kadar yer yer ulusalcı, yer yer Ergenekoncu ama mutlaka anti-Erdoğan bir yeni medya pazarı kuruldu.
Bu daha önce şahit olunmayan benzersiz bir durumdur.
Kürt sorununda çözüme karşı, dindarlın sosyal ve siyasal hayattaki görünümüne tepkili, ekonomik kalkınmadan hazzetmeyen, genelde AB düşmanı, azınlıkların hakları konusunda duyarsız ve illa da askerin siyasetten uzaklaşmasına karşı çıkan bir medya...
Basın üzerinde baskı!
Demokraside fikirlerin serbestçe söylenme hakkı vardır. Herkes, düşüncesini dilediği gibi söyleyebilmeli, basın yayın yoluyla paylaşabilmeli. Bu düşünceler bugün gördüğümüz gibi demokratik ahlak açısından gayrımeşru da olabilir.
Yeni Türkiye, öfke sahiplerin de seslerini duyurabildikleri için “yeni”dir. Şiddet ve kişisel hakaret olmadığı müddetçe en eski fikirlerin de ifade hakkı olacaktır.
Ama...
Tarihte benzeri görülmemiş bir medya pazarının kurulduğu, herkesin aklına ve ağzına geleni sınırsızsa dile getirdiği bir düzende kalkıp ülkede basın özgürlüğü sorunundan bahsetmek kimseyi ikna etmez.
Hiçbir zaman medya muhalefeti bugünkü gibi açıkça “hakaret” ve “düşmanlık” formunda yapılmadı. Hiçbir zaman böylesine kapsamlı ve sistematik olarak sadece bir kişiye karşı yayın ittifakı kurulmadı.
Bunu görelim, bilelim de sonra yine basın özgürlüğü dersi vermeye kalkan olursa inanmasak da dinleyelim.
Demek Kadıköy'den Lice'ye selam var!
Gezi Parkı eylemleri, çözümün kalbine ağır bir darbe indirdi. Yüzyıllık bir sorunun çözümünde hep beraber aynı duyguyu yakalamışken, başa değilse de geriye dönmek zorunda kaldık.
Şimdi bu ülkenin soğukkanlı ve sağduyulu insanları ortalığı toparlamaya çalışıyor.
Yıllardır çözüme karşı çıkanlar, Kürt olanı ötekileştiren ve kimliğini tanımamakta ısrar edenler; mesela daha iki ay önce Kürt analarının cezaevindeki çocuklarıyla kendi dilinde konuşma hakkına bile “ihanet” diyenler sokakları yaktılar, çözüm umudunu ateşe verdiler.
Meselenin ağaç olmadığı bir sır değildi. Ama Kürt sorununda çözüme karşı çıkan CHP’nin kalesi Kadıköy’den Lice’ye alelacele gönderilen selamı görünce insan “Öfkeniz bu kadar mı sınırsız?” demeden duramıyor.
AK Parti sıkıntıya girsin de ne olursa olsun, olay çıksın, molotoflar, bombalar atılsın, insanlar ölsün fark etmez, noktasına nasıl gelebildiniz?
Kadıköy, Kürtlere veya dindarlara veya azınlıklara veya demokratlara bir selam göndermeden önce siyasi geçmişiyle hesaplaşmalı. Hesaplaşmalı ki demokrasiden bahsedildiğini anlayabilelim.