Yoğun gündem arasında Meclis Darbeleri Araştırma Komisyonu’nun yürüttüğü çok değerli çalışmayı izleme imkanı bulabiliyor musunuz? Malum... Askeri darbe veya askeri vesayet bugünlerde biraz gündemden düşmüş olsa da komisyonda hatıraları henüz çok taze olan acı hikayelerin arka planı sorgulanıyor.
Nasıl oldu? Nasıl olabildi?
Bu ülkenin askeri, siyasetçisi, bürokratı, işadamı ve medyası nasıl oldu da el ele vererek bu ülkeye karşı tertipler içine girdiler? Bunu hangi yöntemlerle yaptılar? Hükümetleri devirmek, insanların hayatlarını karartmak, seçimleri etkilemek, sermayeyi kendi ellerinde çevirmek için nasıl bir işbirliğine girdiler?
Orada, o komisyonda bir dönemin hikayeleri anlatılıyor. Birden fazla dönemin... 27 Mayıs’ın, 12 Mart’ın, 12 Eylül’ün ve 28 Şubat’ın hikayesi... Unutuldu mu?
Dört askeri darbeye maruz kalmış, sayısız darbenin kıyısından geçmiş olan sıradan insanlar, o günleri unuttu mu?
Aslında kimse unutmuyor; özellikle de dumanı üzerinde tüten 28 Şubat’ın mağdurları... O amansız kampanyayı, masum insanların hayatını karartan o iştahlı haberleri, kapatılan partileri, yasaklanan siyasetçileri, bir gecede sahip değiştiren milyarlarca doları... Ateş düştüğü yerde yanıp duruyor.
Bazı şeyler unutulsa da, bazıları “Büyüklük bizde kalsın” dese de komisyona ifade veren 28 Şubat takımı öyle bir rahatlık, öyle bir umursamazlıkla konuştu ki bütün zihinlerde yeniden alarm zilleri çaldı.
Sanki, 28 Şubat olmamış, sanki o günlerde olup bitenlerden haberleri hiç olmamış gibi ilgisiz ve “rahat” bir tavırla konuştular. Bir, “Biz de mağdur olduk tazminat isteriz” demedikleri kaldı.
O şirketler, o gazeteler, o televizyonlar, o köşeler, o programlar kendilerinin değilmiş gibi...
O günlerde her ne yaptılarsa bırakın askerin talimatını, askerden bile arzulu değillermiş gibi...
Bırakın 28 Şubat’ı, bir-iki yıl öncesine kadar da buldukları her fırsatta aynı senaryoyu oynamak için hiçbir fırsatı kaçırmamışlar gibi...
Onu da bırakın, bugün o fırsatı bulsalar yeniden kolları sıvamayacaklarmış gibi...
Ne bir itiraf, ne bir özür, ne bir pişmanlık, ne bir af dileme cümlesi...
Burada duralım. O kadar değil.
Tamam, cadı avı olmasın, rövanş olmasın ama hayır bu kadarını da kimse kabul edemez.
28 Şubat’ı sevk ve idare eden medya kadroları; sermayesiyle, idarecisiyle, kalemiyle, kamerasıyla hala iş başında.
Buna da tamam... İşleri hep yolunda gitti, yine gitsin.
Ama hiç mi toplumdan özür dileme yok, hiç mi başları biraz olsun öne eğmek yok. Geçtik, hiç mi özeleştiri yok. Hayatları karartılan insanlara karşı zerre kadar utanma duygusu da mı yok?
O yalan haberler, o yalan andıçlar, o yalan manşetler arşivlerde duruyor. Geriye dönüp onlarla açıkça, dürüstçe yüzleşmek diye bir meslek ahlakı da mı yok?
Hepsini geçtik. Bir zamanlar iş tutulan generallere vefa da mı yok!
28 Şubat’ın kudretli paşaları Çevik Bir ile Erol Özkasnak aylardır cezaevinde. İddianameyi bekliyor. 17’si muvazzaf 64 askerle beraber.
Bu ülke, Ergenekon, Balyoz, Andıç davalarını gördü, görüyor. Yüzlerce general, yüzlerce asker, yüzlerce sivil bu davalarda yargılanıyor. Hepsi için yüzlerce destek manşeti atıldı, en savunulamayacak adamlar için sayfa sayfa yazılar yazıldı, saatlerce televizyon programı yapıldı. Hepsi ölümüne savunuldu da Çevik Bir ve Erol Özkasnak için tek satır yazılmadı. Yazarsa yine demokrat medya yazıyor. Ki gerçekler ortaya çıksın.
Ama o dönemin kudretli medyası, Ergenekon, Balyoz deyince kendisini ortaya koyuyor da 28 Şubatçılar’a gelince sus pus oluyor.
Neden?
Hiç mi eski günlerin hatırı yok. Bir arayıp sorun onları; haklarını savunun ve birkaç satır yazın. Cezaevinde ne yapıyorlar, günleri nasıl geçiyor? En mühimi de haklarındaki iddialar nedir? Yazın. Yazın da insanlar bir de sizin kaleminizden okusun 28 Şubat’ı...