Sıla-i rahim kavramı, İslam medeniyetinin varlık, insan ve hayat tasavvurunun eksenidir demiştik önceki yazımızda. "Sıla" kelimesinin Arapçada "bağ" anlamına geldiğini ve bu bağlamda sıla-i rahimin varlıklar ve insanlar arasında merhamet bağlarını kurmak anlamına geldiğini vurgulamıştık. Aslında varlık aleminde, insanın müdahalesi ile böyle bir bağın kurulması söz konusu değildir, varlıklar arasında zaten değişmez bir yasa olarak bu bağ mevcuttur. İnsanın görevi, bu bağı keşfetmek ve bu doğrultuda insan hayatında da merhamet esaslı bağlar kurmaktır. Bu açıdan İslam medeniyeti, varlığın esasını oluşturan merhamet bağının, insan hayatının her yanına egemen kılınmasının adıdır. Bu bir teorik iddia ya da retorik olarak kalmamış, pratikte de uygulanmıştır.
Nitekim İslam, paramparça ve merhametsizce birbirlerini boğazlayan cahiliye Arapları arasında bu bağı kurduktan sonra, halkayı gittikçe genişletti ve beşeri zaaflar nedeniyle bir takım aksaklıklar olmakla birlikte, Endülüs'ten Çin'e kadar merhamet bağıyla birbirine bağlanmış bir ümmet kurdu. Araplardan, Farslardan, Kürtlerden, Türklerden ve daha birçok milletten oluşan bu ümmet, merhamet medeniyetinin temsilcisi olarak yüzlerce yıl insanlığa önderlik etti. İslam medeniyetinin etkisinden çıkan, çıkmak zorunda bırakılan söz konusu milletler bugün bile, merhamet medeniyetinin hükümran olduğu dönemlerde oynadıkları rolleriyle övünüyorlar.
Sonra, bildiğiniz gibi yine beşeri zaaflar yüzünden İslam medeniyeti önderlik misyonunu yitirdi ve Batı medeniyeti, insanlığa önderlik konumuna geldi. O günden beri de insanlık gün yüzü görmedi. Çünkü batı medeniyeti insanlığın önderlik dizginlerini ele aldığı günden bu yana, İslam medeniyetinin insanların hayatına egemen kıldığı merhamet bağlarını birer birer söktü, darmaduman etti. Yani bu medeniyet, her zaman övündüğü gibi sadece atomu parçalamadı, insanlığı da, vahyin kazandırdığı insani, merhamet esaslı değerleri, bağları da paramparça etti.
Bu günkü Ortadoğu'ya bakarsanız ne demek istediğimi anlarsınız. Atomu parçalayan Batı medeniyeti, yukarıda saydığım ve merhamet medeniyetinin öncüleri olduklarını söylediğim milletleri birbirlerinden koparmakla kalmamış, her birinin kendi içinde şu veya bu isim altında paramparça olmasını da sağlamıştır. Suriye'deki gibi kendi dağını, ovasını, şehirlerini, halkını bombalamayan Ortadoğu ülkesi yok gibi. İslam medeniyetinin etkisi altında iken Arap milleti, dünyanın bir ucundaki herhangi bir millete mensup bir mazlumun imdadına koşarken, batı medeniyetinin etkisine girdiği günümüzde kendi soydaşı Gazze'nin uğradığı soykırım karşısında kılını bile kımıldatmıyor. Bütün bunlar sökücü, çözücü, bozucu, dağıtıcı, merhametsiz Batı medeniyetinin etkisidir.
Merhamet medeniyeti ile parçalayıcı batı medeniyetinin ruhlarını en açık biçimde yansıttıkları alan ise insan yetiştirme biçimleridir. Bunun da "terbiye" ve "eğitim" metodunda kendini gösterdiğini daha önce söylemiştik. Yeni Şafak gazetesindeki köşesinde Prof. Dr. Yasin Aktay hoca son iki yazısında bu yaklaşımımıza ilişkin değerlendirmeler yaptı. Kuşkusuz haklı olduğu hususlar var. Ancak benim medrese ve ilahiyat örneklendirmem, sırf bu iki kurumu karşılaştırma ve bunlardan birinden yana tavır alma amacına yönelik değildi. Söylemek istediğim modern eğitim sistemi, ürünü olduğu çözücü medeniyetin ruhunu yansıtması itibariyle çözücü, bozucu, dağıtıcı, parçalayıcıdır. İslam medeniyetinin maddi anlamda hiçbir etkinliğinin kalmadığı günümüzde onun artık iyice zayıflamış bir uzantısı olan medrese ise, bu haliyle bile merhamet bağlarını güçlendirici bir rol oynayabiliyor. Modern eğitim kurumları ürünü oldukları Batı medeniyetinin gereğini yapıyorlar. Yani merhametsizce parçalıyorlar.
Not: 9. Üsküdar kitap fuarı Bağlarbaşı Kongre ve Kültür Merkezinde devam ediyor. Bendeniz de bugün saat:14.00'de Beyan yayınları standında kitaplarımı imzalıyorum. Beklerim efendim.