Özellikle 11 Eylül 2001’den bu yana İslam’ın kutsallarına hakaret eden küresel kampanyalar yürütülüyor. Bu kampanyalar bireylerin tesadüfen oluşturduğu girişimler değil... Tam aksine hedefleri belli, zamanlamaları iyi ayarlanmış siyasi girişimler. Müslüman toplumların nispeten fakir, eğitimsiz ve yaşadıkları büyük felaketler nedeniyle tepkisel olduklarını bilen organizatörler istediklerini kolayca alıyorlar.
Bir karikatür yayınlanıyor, onlarca insan gösterilerde ölüyor, adeta kan gövdeyi götürüyor. Bir film yapılıyor, Amerikalı büyükelçi öldürülüyor, yüzlerce, binlerce sakallı, ‘karanlık görünümlü’ insan İslam’ı temsil ettikleri iddiasıyla ekranları dolduruyor. Böylece Batı’nın, hatta Müslümanların bile zihnindeki İslam cahil, farklı görüşlere tahammülsüz, her an şiddete meyledebilen vahşi ve karanlık bir imajla temsil edilme- ye başlanıyor. Bırakınız Batılıları Müslüman aydınlar dahi kendi insanlarından korkmaya başlıyorlar.
İslam’a hakaret etmek için yapıldığı çok açık olan son film de bu amaçla yapıldı ve filmin meyvelerini almak için arkasından gelecek kampanyalar da kendisini göstermeye başladı bile. New York Times’da dün yer alan bir habere göre önümüzdeki gün-lerde New York ulaştırma hatlarındaki reklam panolarında bir reklam boy gösterecek. Reklamın metni şöyle:
“Medeni insan ile bir vahşi/barbar arasındaki herhangi bir savaşta medeni olanı destekleyin. İsrail’i destekleyin. Cihat’ı yenin”.
Ve yazının her iki tarafında da İsrail’i simgeleyen iki mavi Davut yıldızı. Verilen mesaj açık: Müslümanlar barbar ve vahşidir, İsrail ise medeni ve sizdendir. Siz kimi destekleyeceğinizi çok iyi biliyorsunuz.
Buna benzer ilanlar Amerika’nın çeşitli noktalarında bugüne kadar kullanıldı. Bunlardan birinde ‘İslamophobia’ diye bir şeyin olmadığı, İslam’ın gerçekten korkulacak bir şey olduğu, buna da ancak ‘İslamorealism’ denebileceği ilan ediliyordu.
11 Eylül’den sonra Siyonist Yahudiler ile Siyonist Hıristiyanlar zihinlerindeki medeniyetler çatışmasını ve bölünmüş dünyayı önceki başkan George W. Bush üzerinden sahaya yansıtmayı başardılar. Barack Obama’nın gelişi ile birlikte ise bu planlar bir ölçüde aksadı. Obama’nın çatışmadan ziyade diyalog arayan tavrı İsrail’i ve Siyonistleri zora soktu.
Hedef Obama’yı düşürmek
Bu bağlamda denebilir ki İslam’a hakaret kampanyaları Obama’ya karşı da yürütülüyor. Filmin seçimlere çok az bir süre kala medyanın odağına taşınması da tesadüf değil. Hatta belki fazla komplocu olacak ama, Libya’da Amerikan büyükelçisinin yakılması da tesadüf gibi durmuyor. Böyle bir saldırıyı istihbarat birimlerinin haber alamaması, elçiliği koruyamamaları hiç de akla yatkın gelmiyor. Belki de düşünülen, büyükelçisini bile ‘cihatçı vahşiler’den koruyamayan bir Başkan Obama algısı oluşturmaktı.
Kısacası Siyonist cenahın bu seçimlerdeki en önemli hedefi Obama’yı devirmek ve yerine dinci Romney’i başkan seçtirebilmek. Ama ABD seçimlerinde tüm bu hesapları bozan sürpriz gelişmeler de yaşanıyor. Cumhuriyetçi aday Romney’nin bir toplantıda sarf ettiği ve Amerikalıların % 47’sini hiç önemsemediğini itiraf ettiği sözleri gündeme bomba gibi düştü. Romney Amerikalıların yarıya yakınının gelir vergisi ödemediğini, kendilerine devletin bakmasını beklediğini ve bu kişilerin tamamının Obama’ya oy vereceğini; kendisinin ise onları değil, vergi veren geri kalanı önemsediğini söylüyor. Yani Romney sadece bir dinci değil, aynı zamanda sınıf ayrımcılığına sonuna kadar inanan vahşi bir kapitalist. Üstelik vergi ile ilgili verdiği rakamlar da tamamen yanlış. Romney’nin bu sözleri belki de seçimlerin kaderini belirleyecek. Seçimlerin kaderi ise dünyanın geleceğini şekillendirecek. Bu arada söylemeye gerek var mı bilmiyorum, Ankara’nın desteklediği başkan adayı ise Obama.