Dershanelerin yoğun olarak tartışıldığı bugünlerde, dershaneler hakkında yazı yazmak yerine yurtdışı eğitim burslarıyla ilgili bıraktığım yerden devam edeceğim. Dershane tartışması nasıl olsa uzunca bir süre daha gündemimizde olacak.
Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren farklı periyot ve yoğunlukla bugüne kadar devam eden bir uygulama, yurtdışına devlet eliyle öğrenci göndermek. Amaç, diğer ülkelerdeki bilimsel gelişmeleri ve teknolojiyi öğrenmek ve Türkiye’ye getirmek.
Değişime direnen 1416
Mevcut burs programları içerisinde en eski ve köklü olanı, 1416 sayılı ve halen yürürlükte olan Ecnebi Memleketlere Gönderilecek Talebe Hakkında Kanun çerçevesinde MEB tarafından yürütülüyor. Kanunun ilk yayımlanma tarihi, 1929. Kanun çerçevesinde binlerce kişi şimdiye kadar yurtdışında eğitim alma imkanına kavuşmuş. Birçok ünlü akademisyenin özgeçmişinde 1416 sayılı kanunun zikredildiğini görebilirsiniz.
Ancak, değişikliklerle bugüne kadar gelen kanun ve ilgili yönetmeliklerin, çağın ihtiyaçlarına ne kadar cevap verdiği oldukça tartışmalı. Çok eski tarihlere gitmeye gerek yok. 2000’li yılların başında bile, zorunlu hizmet ve kefalet senedi gibi ağır yükümlülüklere rağmen burs bizler için cazip geldi ve faydalandık.
1416’nın sorunları
Türkiye geçen on yılda alabildiğine gelişti ve yetenekli gençlere sunduğu olanaklar çeşitlendi. Ancak 1416 sayılı kanun kapsamındaki burs programı, çağın ruhuna adapte olamadı maalesef. Şu ana kadar yapılan değişiklikler ise hiçbir paradigmatik değişim içermiyor.
Temel sorunlardan sadece bazıları şöyle:
1. Zorunlu hizmet, burs süresinin iki katı. Süre çok uzun. Geçmişte yurtdışı imkanlarının oldukça kısıtlı olduğu Türkiye için anlaşılabilecek bu koşul, Yeni Türkiye’de değişmeli. Zira birçok kamu kurumu bile uzmanlarını yurtdışına daha iyi koşullarda gönderiyor. Dolayısıyla yetenekli bir genci bu koşulla akademiye çekmek zor.
2. Burs; öğrencinin eğitim aldığı yer, evli ve çocuklu olup olmadığı gibi hususlara göre esneklik göstermiyor. Ev kiralarının 400 dolar olduğu bir yer için de 1000 dolar olduğu yer için de öğrenciye aynı burs veriliyor. Aile fertlerinin sağlık giderleri de burs kapsamında karşılanmıyor.
3. Burs alanlar, öğrenci statüsünde ve şayet öncesinde devlet memuru iseler istifa etmeleri gerekiyor. Oysa temelde aynı işi yapan YÖK bursiyeri araştırma görevlileri, hem maaşlarının bir kısmını almaya devam ediyorlar hem de hizmet yılları sayılıyor. Tutarsız bu uygulama sonucunda 30-35 yaşlarında Türkiye’ye dönen MEB bursluları, kıdemsiz memur oluyor!
Özetle, burs programı kapsamında ciddi sorunlar var. Sorunlar defalarca yetkililere iletildi. MEB, YÖK ve TÜBİTAK’ın 1416 sayılı kanunun yeniden gözden geçirilmesi için en üst düzeyde bir çalışma yaptıklarını biliyoruz. Hatta geçen Temmuz ayında hazırlanan bir torba kanun paketine eklenen bir maddeyle bursun, MEB’den YÖK’e aktarılacağı basına yansımıştı. Söz konusu madde, daha sonra torba paketten çıkarıldı.
Bürokratik sorunlar
Buraya kadar kanundan kaynaklı yapısal sorunlardan bahsettim. Bu sorunlara MEB bürokrasisi ve yurtdışı eğitim ataşeliklerinin yetersizliği eklenince, bursiyerler artık gündelik hayatlarını bile zor idame ettiriyorlar. Burslarını geç alıyorlar. Yazışmalarda muhatap bulamıyorlar. Birçok eğitim ataşeliği kadrosu halen boş. Bu boş kadrolara, bir konsolos veya müsteşar gibi Dışişleri Bakanlığına bağlı Büyükelçilik personeli vekalet ediyor. Onlara da yük!
Bütün bu idari sorunların çözümü belli: Personel takviyesi ya da iş ve işlemleri yeniden tanımlamak ve böylece bürokrasiyi azaltmak. MEB, şu ana kadar her ikisini de yapmadı. 8 Kasım 2013’de yayımlanan yeni yönetmelik de yapısal ve idari sorunları çözmekten ziyade; zaten iyi işleyen öğrenci seçim yöntemini değiştiriyor ve mülakat getiriyor.
Bir yanda, büyüyen ve her yönüyle güçlenen Türkiye. Öbür yanda, bir burs programını dahi doğru ve düzgün yürütemeyen MEB bürokrasisi. Bu çelişkiyi çözmemiz lazım.