İslam dinini kabul etmiş bir fert ‘insanların en hayırlısının insanlara faydalı olanıdır’ ilkesini de benimsemiş demektir.
Dolayısıyla mümin kişi iyilik yaparken muhatabının etnik veya dini kökenine bakmaz/bakmamalıdır.
Hatta güzel Türkçemizdeki, ‘İyilik yap denize at, balık bilmezse Hâlık (Yaratan)bilir’ atasözünün nankörlük edenlere bile iyilik yapılmasını teşvik ediyor olması anlamlıdır.
***
Bu genel ilkenin yanı sıra İslam’da bir de din kardeşliği vardır. Kuran-ı Kerim, müminlerin kardeş olduğu ilkesini yoruma mahal bırakmayacak şekilde açık ve net olarak belirttikten sonra din kardeşleri arasındaki üstünlüğün ölçüsünü de etnik kökene değil müminin Rabb’i karşısındaki sorumluluğuna (takva) bağlar.
Peygamber Efendimiz aleyhisselam da bu sorumluluğu, ‘Müslüman, Müslümanın kardeşidir. Ona zulmetmez, haksızlık yapmaz, onu düşmana teslim etmez. Müslüman kardeşinin ihtiyacını gideren kimsenin Allah da ihtiyacını giderir. Kim bir Müslümandan bir sıkıntıyı giderirse, Allah Teâlâ o kimsenin kıyamet günündeki sıkıntılarından birini giderir. Kim bir Müslümanın ayıp ve kusurunu örterse, Allah Teâlâ da o kimsenin ayıp ve kusurunu örter’ buyurarak tarif etmiştir.
***
Bu dini hassasiyete sahip olmayan birileri kalkıp, ‘Suriyeliler bizim kardeşimiz değildir’ diyebilir. Ama mümin bir kişi böyle bir sözü telaffuz edemez.
Mü’min, hiçbir ayırım yapmadan kimsenin ülkesine ve şehrine, rengine ve diline bakmaksızın mü’minleri kardeş bilir.
Mazlumun etnik veya dini kökenine bakmaksızın yardım eder ama mazlum mü’min ise ona ayrıca kardeşlik hukuku gereği ihtimam göstermek durumundadır.
Bu inançladır ki tarih boyunca Anadolu toprakları muhacirlerin sığınağı olmuştur. Müslümanlara da kucak açtığı gibi haçlı zulmünden kaçan Yahudilerin bile bu topraklara dönmeksizin yerleşmelerine imkân sağlamaktan imtina etmemiştir.
Doğru olanı yapmıştır.
***
Bugün de ülkesinde maruz kaldığı zulümden kaçan milyonlarca mazlumu misafir ediyoruz.
Dünya bize gıpta ediyor.
Ama özellikle Suriyelilerin yoğun olduğu kimi bölgelerde yaşanan kimi olaylar bahane edilerek Suriyeliler üzerinden hükümete ağır eleştiriler getiriliyor.
Kimi detaylarda haklı da olabilirler ama kullanılan dil ve söylem sorunu çözmekten ziyade vatandaşları misafirlere karşı tahrik dili olduğu için kabul edilebilir değildir.
Aynı tahrik dilini kimi misafirlerimizin Türkiye’ye karşı kullanmaya başlaması da hayra alamet değildir!
***
Meselenin kalbinde de İstanbul bulunmaktadır.
İstanbul’da yaşanan kimi tatsız uygulamalar akabinde yapılan ikazlar üzerine İçişleri Bakanı Soylu, Suriyeli kanaat önderleriyle bir araya gelmiş, onların şikayet ve taleplerini dinlemiş sonra da İstanbul Valiliği bir genelge yayınlayarak hem düzensiz göçmenlerle mücadele hem de başka illerde kayıtlı misafirlerin İstanbul’a yığılmasını önlemenin yol haritasını belirlemiştir.
İstanbul seçim sonuçlarını Suriyelilere bağlayarak hükümetin harekete geçtiği iddiasını ben kabul etmiyorum. Başkan Erdoğan ensar-muhacir dayanışmasından milim ödün verilmeyeceğini açıklaması bu iddiayı çürütmek için yeterlidir.
Ancak yaşanan kimi sorunları da yönetimin görmezden gelmesi mümkün değildir.
Elbette ki yönetim sorunları çözmeye çalışacaktır.
Başkan Erdoğan’ın ve Bakan Soylu’nun hassasiyetlerinin yanı sıra, Gaziantep gibi Suriyelilerin yoğun olduğu bir ilde benzer sorunları kamuoyuna yansımadan çözen Ali Yerlikaya’nın bugün İstanbul Valiliğini yürütüyor olması meselenin suhuletle çözüleceğinin işaretidir.
Bu konuya devam edeceğiz.