Sabır, en nefret ettiğim kelime ama, ne yazık ki aynı zamanda en gerekli kelime... Milli takıma her gelen sabır istedi, milletin sabır taşını çatlatarak gitti. Yeter artık!
Lucescu da, (Yine, yeni, yeniden) sabır isteyen bir işe koyulmuş... Ordan/burdan/her yerden topladığı adamlarla; yine deneme-yanılma-yamulma metoduna daldı. Gene yenildik.
Boşa koysan dolmuyor, doluya koysan taşıyor. Bu nasıl iş?
Ben de sabır, tahammül, anlayış, hoşgörü, dayanma gücü kalmadı. Kimseye tanıyacak zamanım yok.
Nedir bu ya!
***
Rusya karşısında ilk yarı boyunca koşmuyorsun, zorlamıyorsun, bastırmıyorsun, ne kendini ne rakibi anlamıyorsun... Gene de tek şutunla gol buluyorsun.
İkinci yarı (Paşa gönlün öyle istiyor) tempo arttırıyorsun, baskı kuruyorsun ama; neyi nasıl yapacağını bilmiyorsun. Bilsen de beceremiyorsun. Dan dun oynamayı... Top şişirmeyi... Hedefsiz koşmayı marifet sayıyorsun. Vurman gereken yerde yoksun... Olman gereken yerde olduğunda da, bu kez vuramıyorsun. Bu futbol, çaresizliğe düştüğün kadar çetrefilli değil ki!... Basit ama, o basitliğin altından da kalkamıyoruz. 11 kişi oluyoruz da, “Takım” olamıyoruz.
***
Yeni gelen, ortalığı/kadroyu/herşeyi karıştırdı, alt-üst etti, karmaşaya çevirdi. Olmayınca bastı gitti. İki elini şakağına dayayıp düşünmek her zaman kaderimiz oldu.
Ben, biz, hepimiz her gelene sabır gösterdik ama; gidenlerin kimseye sabır gösterdikleri yok. Herkes alacağı tazminata baktı.
Bize sabır taşı, onlara mücevher taşı düşüyor... Milletin hep anası ağladı, onların hep neşesi yerinde! Bizimki çatlıyor, onlarınki inadına parlıyor.
***
2020 Avrupa Şampiyonası finallerine gitmek için, grup elemeleri dışında bu Uluslar Ligi de ekstra bir şans daha tanıyor. Buna rağmen, gene katılamazsak; kusura bakmayın, elimize tutuşturulan ve artık çatlayan bu sabır taşını, birilerinin kafasına atacağım. Haberiniz olsun!
Maymunun gözü açıldı. Kader diye gösterilen şeye, artık rıza göstermeyeceğiz.