Gezi Parkı adını verdiğimiz olayların ardından daha sakin konuşmalar yapmanın zamanıdır. Elbette olup bitenin hızı, seyri, kullanılan araçlar ve sahnede görünen/görünmeyen aktörler bir süre daha kafaları karıştırmaya devam edecek. Ama yine de ortalık biraz daha aydınlandıkça konuşma imkanı bulacağız.
Türkiye’nin kendi yakın çevresinde, bir adım öteye geçerek söylersek, doğal sınırlarında ortaya çıkan bazı gelişmeler, İslam dünyasının geniş bir kesimini içine alan Arap Baharı ve devamındaki süreç, son iki haftadır yaşananları aydınlatacak, en azından anlamamıza katkı sağlayacak bir ipucu verebilir mi?
Bu soruya vereceğimiz cevap, özellikle Batı medyasında ortaya çıkan ‘Türk Baharı’ benzetmesinin ne kadar sahici olup olmadığını da ortaya koyacak.
İster toplumsal dinamikler açısından bakılsın, ister tarihi tecrübe, isterseniz mevcut güç dengeleri üzerinden; fark etmez. Türkiye, kendi değişim dinamikleri ve demokratik hayatının her geçen gün biraz daha derinlik kazanmasıyla hem eşsiz bir örnek, hem de az önce sözünü ettiğim gelişmelerle kıyaslanamayacak bir tecrübe.
***
Olup bitenden çıkaracağımız dersler var elbette. Öncelikle Türkiye’nin hala kırılgan bir yapıya sahip olduğunu, özellikle de ekonomik dengeleri üzerinden vurulabileceğini hesaplayan çevreler var. Bunu ciddiye almak gerekiyor.
İkincisi, kötü niyet, operasyonel yaklaşım ve hesapların ötesinde, Ankara’nın uluslararası düzeyde nasıl bir lobi gücü olduğunu, daha doğrusu böyle bir gücü olup olmadığını sakince yeniden düşünmesi zorunlu. Evet, Batı medyasında ve entelektüel hayatında Türkiye’yi bulduğu ilk fırsatta doğramaya hazır bir yaklaşım var. Bunun söz konusu operasyonun bir parçası olduğunu da ifade etmek abartılı olmaz.
Fakat bu durum yakıcı gerçeği değiştirmiyor. Acilen, ama acilen Türkiye’nin lobi gücünü, bu alanda şu ana kadar işbirliği yapılan kesimleri, isimleri gözden geçirmek, en sıkıntılı anda bu gücün neden ve hangi dinamiklerle harekete geçmediğini sorgulamak zorundayız.
Öyle anlaşılıyor ki bu operasyon, beklenmedik anlarda hiç ummadığımız alanlarda devam edebilir. O nedenle Türkiye’nin uluslararası düzeyde entelektüel savunma hattını hızla yeniden ve sağlam biçimde kurması gerekiyor.
Olayların nasıl yansıtıldığı, abartıldığı ve köpürtüldüğü elbette malum. Ama bu durum, Türkiye’nin kendisini yeniden anlatma ihtiyacını ortadan kaldırmıyor, aksine zaruret haline getiriyor.
***
Yazıyı bitirirken önemli bir not aktarmak istiyorum.
Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek, gerek televizyon ekranlarında gerekse de sosyal medyada çok önemli bazı bilgi ve görüntüler paylaştı. Muhtemelen meraklısı söz konusu görüntülerin tamamına erişmiştir. Ama dünyayı saran ‘devrim’ ve ‘ayaklanma’ rüzgarının ardında nasıl bir ‘profesyonel dokunuş’ olduğunu gözler önüne sermesi açısından Melih Gökçek’in paylaştığı bilgiler son derece hayati önemde.
Masum görünen, masum gösterilen, kendiliğindenmiş gibi anlatılan olayların ardında nasıl bir organizasyonun bulunduğunu, dahası bu sözüm ona ‘doğal’ tepkileri canhıraş bir tutumla destekleyen, medya grupları, gazeteciler, aydınlar ve sanatçıların da kiminle hangi projenin içinde olduklarını anlamak için Gökçek’in kamuoyuna aktardığı bilgiler üzerinde durmaya değer.