Naciye, Türk sinemasında çok da görmediğimiz psikolojik gerilim filmlerine bir örnek olarak çekilmiş ama içinde büyük hatalar barındıran bir yapım...
FİLMİN KÜNYESİ
Yönetmen: Lütfü Emre Çiçek
Senarist: Lütfü Emre Çiçek
Oyuncular: Chloe Grace Moretz, Alex Roe, Nick Robinson, Ron Livingston, Maggie Siff
Yapım: 2016, ABD, 112 Dk.
Sinema zor sanat. Yazı yazmaktan, hikaye anlatmaktan, sosyoloji, psikoloji, tarih, müzik, resim her şeyden biraz anlamanız ve tabii içinizde anlatmak istediğiniz gerçek bir derdin olması gerekiyor. Yoksa şekli belki tutturabiliyorsunuz ama içerik bomboş kalıyor. Ve yaptığınız filmin hiç bir değeri olmuyor. Bizim sinemamızın en büyük derdi bu söylediklerimi içinde hisseden yönetmenlerin azlığıdır. Elit yönetmenlerimizi bir kenara koyalım; neredeyse bütün yıl vizyona giren filmlerin yarısının ilk yönetmenlik denemesi olması sebebiyle yeni isimlerden söz ediyorum.
Naciye’nin gizemli hikayesi
Bu hafta vizyona giren Naciye filminin yönetmeni, senaristi, yapımcısı, kurgucusu olan Lütfü Emre Çiçek çok iyi bir örnek. Yönetmen basın bülteninde “Filmimin ilk gösteriminin !f İstanbul’da olması benim için çok önemliydi” diyor. Bildiğimiz gibi !f İstanbul daha marjinal yapımların seyirciyle buluşmasını sağlayan çok önemli bir organizasyon. Kalite de bir yerde değerlendirilebilmeli. Naciye filminin öncelikle senaryosuna bakalım. Tabii senaryoyu okumadık perdeye ne kadarı uyarlanmışsa biz de onun ışığında bakmak zorundayız. Bir kere karakterlerin hiç birinin alt metni yok. Bu kadınlar, erkekler hangi sınıfa aittir, niye evliler, dertleri ne belli değil. Derya Alabora’nın canlandırdığı Naciye’nin annesi adadaki bir köşkün temizlikçisi. Ev sahibi ile temizlikçinin arasında sado-mazo bir ilişki var. Tamam durum bir garip de Naciye niye arada psikopatlaşıyor anlamamız mümkün değil. Evin sahibi Naciye’yi taciz mi ediyor? Bilmiyoruz. Ama bir sabah Naciye kalkıyor çaya zehiri koyup adamı öldürüyor. Bakın şu işe ki ölen evin sahibinin de bir oğlu var. Yani öyle sanıyorum. Bu bile çok belli değil filmde. Neyse Naciye ile bu çocuk arasında bir ilişki oluyor. Bu çocuk niye öyle ezik, niye adada büyüyünce faytoncu olarak kalıyor, zengin bir ailenin çocuğu niye ve nasıl taşralıya dönüyor? Naciye büyüyor ve miras olayları yüzünden evinden atılıyor. Ama evden gitmiyor tam tersine gelen kiracıları kesip doğruyor. Bu arada emlakçıyı da öldürüyor. Tam eski kiracıları öldürmüş, emlakçıyı doğramışken rahat yüzü göremeyen Naciye’nin evine yeni kiracılar geliyor. Bengi hamile ama kocasıyla anlaşamayan bir kadındır. Ayrıca bir de sevgilisi vardır. Çocuk kimden çok bilemeyiz. Şimdi bu Bengi’nin derdi ne onu da anlamadık. Kocası onu seven anlayışlı ama biraz da sinirli bir adam. Bengi’nin hal ve tavırlarını gördüğümüzde adamın sinirine anlayış gösterebiliyoruz. Onun için bu durum da kocanın hanesine bir eksi olarak yazılamıyor. Peki Bengi niye böyle yönetmen, senarist, yapımcı ve kurgucu Lütfü Emre Çiçek kardeşim? Filmin başlangıcında gözüne batırılan şiş ile ölen emlakçı sahnesi bize trash gerilim bir filmi müjdelerken, doğası gereği klişe olan bu türün bile klişesini çekmişsin sayın yönetmen. Naciye ile faytoncunun bir oğlu olmuş o da bir yaratık. Şimdi böyle olunca acaba Naciye ile köşkün sahibinin oğlunun kardeş mi oldukları sorusu aklıma geliyor. Öyleyse bunu hiç anlatamamışsın yönetmenim, değilse daha da felaket bu çocuk niye bir komodo ejderi edasıyla ortaya çıkıyor. Filmin cinsel sahnelerine gelince. Bu ülkenin sinemasının cinselliği adam gibi işlemesi gerekir. Bu bir tabu olamaz. Ama bunun da bir estetiği vardır. Hatta katliamın, sadizmin, dehşetin de bir estetiği vardır. Ne yazık ki bu filmde hiçbir şeyin estetiği yok. Bizim sinemamızda usta çırak ilişkisinin sonlandığı ortada, usta bir yönetmenin yanında yıllarca deneyim kazanan ve kendi dilini oluşturup ilk film çeken bir yönetmen uzun zamandır yok. Maddi olarak problemlerini çözen film çekiyor. Biz de bunları seyredip duruyoruz. Problem bu.