Son zamanların moda kelimesi “mânîdar” ve moda cümlesi de “En son söyleyeceğimi en başdan söyleyeyim.”
Ben bunu çok mânîdar buluyorum. Öyle ya, en son söyleyeceğinizi en başdan söylerseniz geriye söylenecek daha ne kalıyor ki?
Üstelik tehlikeli de!
Esâsen melek gibi adamdır ama eğer şunları şunları şunları yaparsa Ahmet Bey alçağın tekidir!
Şimdi en son söyleyeceğinizi en başa alın, ne oldu?
Ahmet Bey alçağın tekidir!
Onun için ben derim ki sizler yine de söyleyeceklerinizi sırasıyla söyleyin, pişmân olmazsınız.
Tabii yine de kendiniz bilirsiniz...
Benim bu husûsa neden dikkati çekmek istediğime gelince; yine son günlerde gazeteleri izlerken şurada burada “bağzı kellelerin” bir kılıç darbesiyle düşüp oradan dosdoğru şey çukuruna gideceği filan gibi lakırdılara sıkça rastlamam.
Bu kılıç darbesiyle kelle uçurma meselesi biraz netâmelidir. Ben uzun yıllar eskrim yapdığım için bilirim. Tıpkı el elden üstün olduğu gibi namlı da namlıdan üstündür; zarif bir hamleyle hasmınızın “kellesini” alacağım zannederken bir de bakarsınız ki kendi “kelleniz” gidivermiş...
Ben mahviyyâne bunu da belirtmiş olayım ama tabii burada da yine siz kendiniz bilirsiniz.
Türkiye bir seçim sath-ı mâiline girdi. Bu tür ortamlar insanları nisbeten kolayca bir tür “kavgada yumruk sayılmaz” psikolojisi içine sokuyor. Oysa seçim mücâdeleleri kavga değildir. Seçim kampanyaları sırası birbirleriyle kıyasıya mücâdele edenler, oylamanın ertesi gününden îtibâren yine aynı mekânları paylaşacaklarını unutmasalar bence çok iyi ederler.
Bakınız aklıma ne geldi:
Epimenides adlı bir Yunan filozofu var. M.Ö. 7. yâhut 6. Yy.’da yaşamış; tam olarak bilinmiyor. O bilinmiyor ama Epimenides Paradoksonu diye bir kavramın onunla bağlantılı olduğu biliniyor, adı üstünde. Ayrıca paradokson da çelişki demek.
Ahd-i Cedîd’de anlatıldığına göre Epimenides dermiş ki “Bütün Giritliler yalancıdır!”
Ama işin garib yanı Epimenides’in de bizzat Giritli olması.
Şimdiiii, bütün Giritliler yalancı mı değil mi?
Soruyu elbet şöyle de sorabilirsiniz:
Eğer bir politikacı bütün politikacıların yalancı olduğunu söylerse ona inanır mısınız yoksa inanmaz mısınız?
Yâhut bir Türk, meselâ ben desem ki “Türkler adam olmaz!”
Başka bir Türk de bunun üzerine çıkıp bana dese ki “Sen önce kendin adam ol da öbür Türklere sonra bulaş!”
Ertan diye bir arkadaşımız vardı. Ne zaman rakıya otursak ikinci dubleden sonra biz Türklerin ne kadar alkolik bir millet olduğumuzdan yakınarak akşamı zehir etmeye koyulurdu. Peki, sen niye kırba gibi içiyorsun sualine ise hazin bir sesle hep aynı cevâbı verirdi:
“Ben teessürümden ne halt etdiğimin farkında mıyım?”
Evet, Türklerin böylesine iflâh kabûl etmez ayyaşlar olması onu o kadar üzüyordu ki bunu unutabilmek için çâreyi kafayı çekmekde buluyordu.
Bizde Üç Ahbab Çavuşlar diye adapte edilen Marx Brothers’ın da bir nüktesi vardır. İçlerinden biri, Arşak Palabıyıkyan, elinde kadeh der ki “I drink for forget... But what?” (Ben unutmak için içiyorum... Ama neyi?)
Ha, unutmadan:
En son söyleyeceğimi sona bırakmışdım ama arada unutmuşum...
Ne demiş şâir:
Duygu işlemez yeleklerimizi giyinerek
Yeni bir özlem efsânesine atıldık.
Ne Bektâşî sofralarında kadeh kaldırdık ölüme
Ne huzûr-u Mevlânâ’da raksa katıldık.
Yahûda otuz akçaya fedâ etdi Meryem’in Oğlunu.
Biz korkarım ki daha ucuza satıldık.
Ne kadar mânîdar,değil mi?