Stratejik Düşünce Enstitüsü’nde bugün 1514’ün beş yüzüncü yıl dönümünde Türk-Kürt siyasi ilişkileri ve yeni yüzyıl konulu bir çalıştay yapılacak. Çalıştayı SDE’nin tarih ve toplumsal hafıza araştırmaları koordinatörlüğü hazırladı. Asıl konu 1514’teki büyük Türk-Kürt karşılaşması. Ama öyle bir süreçte bulunuyoruz ki 1514’ün yıldönümünde tarih son derece trajik bir safhada seyrediyor. Türkler’in Anadolu’ya gelişleriyle başlayan ve her iki halkın tarihini inanılmaz bir biçimde bir ve aynı kılan, yani her sayfası bize, Selçukluların, Osmanlıların ve Cumhuriyet dönemi tarihinin Kürtler olmadan yazılamayacağını gösteren bin yılık bir tarihsel beraberlik söz konusu.
Ama maalesef, yeni yüzyıl yeni belalar üreterek geldi.
İnkar politikalarının sona erdiği, Kobani’den kaçan Kürtler’in; en güvenli ülke diye Türkiye’ye gelip yerleştiği bir zamandan geçiyoruz.
Peşmergeler Kobani’de savaşan kardeşlerine yardım için ağır silahlarıyla beraber Türkiye’den geçiyor...
Kürtleri bölen sınırlar fiili olarak aşıldı..
Mesut Barzani, Abdullah Öcalan ve Salih Müslim başta olmak üzere Türkiye Cumhuriyeti devletinin, Kürt sorununun çözümüne fayda sağlar umuduyla görüşmediği, ve kapısını çalmadığı kimse kalmadı.
Ama son on iki yılda Kürt siyaseti en çok neyi tartıştı ya da tabanına neyi öğretti, biliyor musunuz?
Erdoğan’a ve hükümete asla güvenmeyiniz!
Unutulmadı tabi..
Kurşun adres tanımaz diyorlardı..
Kendi oğullarını, kızlarını tehlikeden ve hadi adını açıkça koyalım, dağlardan uzak tutmak için bin bir çareye başvuranlar ağızlarını her açtıklarında yoksul Kürt çocuklarını dağlara davet edip durdular.
Şimdi de toplumun hafızasıyla alay ederek, ‘fırtına bir kuşak yetişti, baş edemiyoruz ‘ diyorlar.
Kimse de sormuyor bu arkadaşlara, ‘ peki bu kuşağın içinde sizin bir tek evladınız neden yok?’
Madem savaş ve devletin zulmü Kürt çocuklarını bu hale getirdi, zapt edemiyoruz diyorsunuz, Kürt siyasetini temsil eden insanların, Kürt siyasi vitrinine yapışıp kalmış olan ‘makbul şahsiyetlerin’ çocukları, hiç mi zulüm görmedi, devletin şiddetiyle hiç mi tanışmadı?
Ya da tanıştıysa, neden hiç biri, bu fırtına çocukların, veya fırtına kuşağın içinde değiller?
Yaşını başını almış adamlar, iki fazla oy alabilmek veya milletvekili, belediye başkanı olmak için, Abdullah Öcalan bile silahların miadı doldu diyorken, ‘Silahlı mücadele ve silah bizim sigortamızdır, ferman padişahınsa dağlar bizimdir’ diyorlardı.
Kürtlerin yüzyılı olacak dedikleri yüzyıl bu mudur?
Besbelli ki, Kürt ve Türk ilişkilerini, çözüm sürecinin içine girdiği açmazları ve yeni yüzyılı bu zaviyelerden anlamanın imkanı yok.
‘Fırtına çocukları’ bir efsaneden ibaret, siyasi hataların, kabahatlerin ve yanlışların, üstünü örtmeye yarayan, imal edilmiş bir söylem..
Savaş mağdurları elbette var, kim inkar edebilir? Ama bu mağdurların tümü de ‘fırtına’ya yakalanmış’ ve ‘fırtınaya dönüşmüş’ değil hiçbir şekilde. ‘Fırtına çocuklar’ kendi başlarına buyruk davranmıyorlar. Çözüm sürecinin yarattığı fırsatların istismarı üzerinden oluşturulmuş bir sistemin ve örgütlenmenin parçasıdırlar. Dünyanın en örgütlü ve en merkezi anlayışıyla yönetilen bir toplumsal katman varsa, o da fırtına çocuklarıdır.’
Gidip görebilir ve anlayabilir herkes. Hiçbir savaş mağduru, geleceğini, bu mağduriyetlerden oluşmuş bir cehennemin içine hapsetmek istemiyor. O mağduriyetlerin anlaşılmasını, sahip çıkılmasını, doğurdukları yasın ve acının paylaşılmasını ve hesabının sorulmasını istiyor elbette..
Ama vicdanla söylemek gerekir. 1990’lı yılların manzaraları bugün aynen yaşanıyorken, gerçek mağdurların sesini kim duyabilir, kim anlayabilir ki?
Bir korucu öldürüldü ve ağaca asıldı.
16 yaşında bir çocuğun kafası ezildi, arkadaşlarıyla beraber cesetleri param parça edildi.
Yüksekova’da Kürtler’in bir zamanlar sokaklarda öldürülme biçimini hatırlatır bir şekilde üç asker öldürüldü. Sivil ve silahsızdılar..PKK’nin olayı üstlenmemesi sonucu değiştirmiyor..
Yol haritasının İmralı, Kandil ve HDP’de onaylandıktan sonra, bir hareket eğer kitleleri sokağa döküyor ve muhatabını hayretlere düşürüp, düşük yoğunluklu bir isyanı bastırmak mecburiyetiyle karşı karşıya bırakıyorsa, Yüksekova’da üç askeri kimin öldürdüğünün ne önemi var?
Yüksekova sadece bu infazlar nedeniyle değil, Kürt siyasetinin ona yüklediği siyasi anlam nedeniyle de Kürt-Türk siyasi ilişkilerinin Malazgirt’ten bin yıl sonra durduğu ve geldiği yerin bir simgesi, bir modeli gibi duruyor. Kürt siyasetinin bütün coğrafyanın Yüksekova’ ya dönüşmesini istediğine hiç şüphe yok çünkü..