Beşincisi düzenlenen Uluslararası Malatya Film Festivali, yarışma ve değişik bölümlerindeki ilginç yapımlarla seyirci karşısına çıktı ve kimi film örnekleriyle göz doldurdu. Yabancı ve yerli önemli konukları, enteresan atölye ve söyleşi gibi yan faaliyetleriyle sinema meraklılarının alakasına mazhar oldu. İlk günden bu yana seyrettiğim filmlerden hareketle günümüz sinema anlayışına dair bazı noktalara temas etmeye çalışacağım. Uluslararası yarışma bölümünde yer alan Portekiz-İspanya-Fas ortakyapımı Fran Araujo ve Ernesto de Nova’nın yönettiği Hasan’ın Yolu, yıllarca İspanya’da yaşadıktan sonra memleketi Fas’a dönmek için yola çıkan bir adamın gösterişsiz anlatımını içeriyordu. Ancak bu anlatım, geniş perde ve dış çekimler olmasına rağmen çok yakın planlarla zaman zaman zorlaşıyordu. Çin’in en ünlü yönetmenlerinden Zhang Yimou’nun bir dönem filmi olan Yuvaya Dönüş’ü, kültür devrimi sırasında topluma giydirilen deli gömleğini
bir ailenin çilesi üzerinden işliyor, incelikli kamera çalışması ve son derece ayrıntılı mekan dekoruyla bizi içine alan bir atmosfer yaratıyordu.
İran’ın önemli kadın yönetmenlerinden Puran Derakşande’nin yarışma bölümündeki Kızlar Bağırmaz adlı eseri, günümüz İran toplumunda bir yarayı gerçekçilik üzerinden gündeme getiriyor, aktüel tarzdaki anlatımıyla seyirciyi duygusal olarak yakalamayı başarıyordu. Rusya’dan Andrey Zvyagintsev’in Leviathan’ı, insan psikolojisi üzerinden yürüyerek, günümüz Rusyası’nın ücra bir köşesindeki toplumsal ve yapısal yozlaşmayı açık bir gerçeklikle veriyor, gücü elinde tutanların riyakarlığını sergiliyor, kurumsal olarak eleştirse de son tahlilde toplumsal ve kişisel salahın kilisede olduğunu vurguluyordu. Bergman’ın müthiş oyuncusu Liv Ullmann’ın bir Strindberg uyarlaması olan Miss Julie’si, insanın nefsi zaaflarını dramatic bir şekilde işliyor, tutku ve iç dünya karmaşasının kişiyi nelere sürükleyebileceği yönünde uygunsuz da olsa önemli veriler sunuyordu. Polonya’dan Grzegorz Jaroszuk’un yarışma filmi Kebap ve Burçlar’ı, üslupçu bir anlatımla bir avuç insanın hayatını niteliksiz bir absürdlükte aktarıyordu.
İran’dan Perviz Şahbazi’nin Çıkışsız’ı, olgun bir sinema diliyle üniversiteye yeni başlamış bir kızın başına gelen acı olayları başarılı bir tarzda işliyor, olay örgüsünü bütün doğallığıyla veriyordu. İran’dan Vahid Musayan’ın Dördüncü Çocuk’u, İran’ın Somali’deki bir yardım teşkilatının çalışmaları çerçevesinde İran sinemasından beklenmeyecek bir çiğlikte bir hikayeyi dile getiriyordu. Şili’den Alan Fischer’in Trauco’nun Oğlu adlı filmi, insanın gelebileceği en vahşi karakter noktaları tam bir gerçekçilikle veriyor, bu anlamda sinemanın göstermeci yanını olumsuz bir şekilde devreye sokuyordu. İngiltere’den Andrew Hulme’ın Soğuk Cennet’i, uyuşturucu işinde olan bir gencin İslamla tanışmasına varan hayat hikayesini perdeye yansıtıyor, ancak bunu yaparken şiddet ve açıklığı hayatta olduğu gibi bir gerçeklikte sunarak imgesel anlatımını zaafa uğratıyordu. Michel Hazanavicius’un Gürcistan-Fransa ortakyapımı Arayış’ı, 1999’daki ikinci Çeçen savaşı etrafında gerçekçi bir tablo çiziyor, birkaç hikayeyi paralel bir anlatımla işleyerek, meydana getirdiği sahici duygusal atmosferle seyircide unutulmaz tesirler bırakıyordu. Filmdeki şiddet ve kaba argo kullanımları maalesef filmin dramatik yapısını zedeliyor ama özellikle Çeçenlerin toplumsal kodlarını, iç yapılarını, hüzünlerini, dirençlerini olağanüstü bir inandırıcılıkla perdeye aksettirmesiyle kuşkusuz festivalin en önemli yapımı olmaya hak kazanıyordu. Sudabe Murtazai’nin Avusturya yapımı Macondo’su, ülkedeki Çeçen mültecilerin dramını çocukların gözlerinden yalın bir şekilde hiç abartmadan işlemesiyle dikkat çekiyordu. İran’dan Rıza Attaran’ın Kırmızı Halı’sı, Spielberg’le tanışmak için yanıp tutuşan bir yönetmenin Cannes Film Festivali’ne gitmesi ve festival mekanını adeta bir platoya çevirmesini mizahi bir biçimde anlatıyordu. Martin Shanly’nin Avusturya-Arjantin ortakyapımı yarışma filmi Juana 12 Yaşında’sı, buluğ çağındaki bir genç kızın karmaşık ruh yapısını temiz bir dille çiziyordu. Ünlü yönetmen Ken Loach’un İngiltere-Fransa ortak yapımı Özgürlük Dansı, güçlü bir dramaturjiyle yakın tarihte İrlanda’nın toplumsal yapısına siyasi bir eleştiri ve yorum getiriyordu.