Başlıktaki ifadeyi, bir çok insanın anlayamayacağını biliyorum. İfade günümüzde yaşayan bir “Eski zaman insanı”nın sözü. Anlamını ve ne için kullanıldığını yazının ilerleyen satırlarında anlatacağım. Ama önce o söze nasıl gelindiğini anlatmam lazım.
Camianın, Başbakan’a yönelik duygularını tahlil etmeye çalışıyorum. Orada çok net bir “küçümseme” olduğunu görmeme imkanı yok. “Küçümseme”nin, en başından beri başka çevrelerde bulunduğu da biliniyor. Ondan ilk sıralarda “Tayyip” diye söz etmenin arkasında da, halktaki “Bizden biri” duygusundan çok farklı olarak, böyle bir “sıradanlaştırma” eğilimi bulunmaktaydı.
Tayyip Erdoğan’ın siyasi tırmanışını söke söke ilerlettiği çok açık bir gerçek.
Bu tırmanışı, bugün “Safmışız” itiraflarına, yakınmalarına yol açacak ölçüde, kendilerine en çok alan açtığı çevrelerin “küçümseme”lerine rağmen sürdürebildiği de bir gerçek.
“Boş-bakan” söylemi tedavül ediyor, Camia’nın kulislerinde.
“Beynine İran çipi takılmış adam” söylemi tedavül ediyor. “Büyülenme” söylemi kullanılıyor. “Etrafı tarafından yönlendirilen adam” söylemi...
Bunları, etkilediğiniz Camia’nın bilinç alanlarında tüketime sokarsanız, zaman içinde, hedeflediğiniz kişinin itibarına darbe vurursunuz. Camiada şu anda yaşanan bu.
Ama Camia’nın bu duygu atmosferi ile, Tayyip Erdoğan’ı seven toplum kesimleriyle ayrıştığı da bir gerçek. Üstelik bu toplum kesimi ülke nüfusunun yüzde 50’sini oluşturuyor ve üstelik, bu yüzde 50’lik kesim, Camia’nın da, bir anlamda insan kaynağını oluşturan muhafazakar - dindar toplum kesimlerinden meydana geliyor.
Gözlemlediğim kadarıyla Camia, bir takım temsilciler kanalıyla, dindar toplum alanlarını ziyaret ediyor ve medyada yürüttükleri bu “küçümseme” söylemini o alana taşımaya çalışıyor. Ve bildiğim şu ki, gittikleri yerlerde tepki görüyorlar.
İlk paragrafta “Eski zaman insanı” diyesözünü ettiğim zat, bir gönül insanı. Kalb iklimini Risale-i Nur’la bezemiş bir insan. Hemen ilave edeyim: Fethullah Gülen hocaefendi’yi çok seviyor, Camianın bu süreçten yara almasından da büyük endişe duyuyor. Bana, Zaman gazetesinde çıkan ve Başbakan’ın İrancılar tarafından adeta büyülendiği temasını işleyen bir makaleyi gönderdi, benden bu mesele hakkında düşüncelerimi sordu. Ben de, mail ortamında kısa bir değerlendirme yaptım. O değerlendirmemin ardından gelen cevapta geçiyor “Mahruti çadırın direği” ifadesi. Bu ise, koni ya da huni şeklinde bir çadır anlamına geliyor.
Onun nezih bir Türkçe ile ifade ettiği ama bugünün pek çok insanı tarafından anlaşılmayacağı endişesini taşıdığım duygularını daha sade dille şöyle özetleyebilirim:
“Türkiye’yi mahruti bir çadır kabul edip bu çadırın ana direğinin de Başbakanımız Muhterem Kardeşimiz Recep Tayyip Erdoğan olduğu inancını taşıyorum.
“Mahruti çadırın ana direği olarak tasvir edilen Başbakanımızın başına bir musibet gelmesi halinde çadırın payandalarının kıymeti harbiyesi olmadığından çökmemesi adına Başbakanımıza yönelecek her türlü tehlikeye karşı meşru olan bütün imkanları seferber ederek birliğin ve vahdetin inkıtaya uğramaması adına canımız pahasına koruyucu tedbirler almalıyız.
“Zira, her şeyimiz olan Türkiye Cumhuriyeti Devletini temsil eden Türkiye Cumhuriyeti hükümetini, doğabilecek mutasevver tehlikelere karşı hayat - memat mücadelesi kadar ehemmiyet vererek cansiparane bir gayretle koruma ve muhafaza etme iç güdüsü ile vazifemizin hiç olmazsa bir kısmını ifa etmiş olacağız.”
“Çadır Türkiye ve çadırın direği bugün Tayyip Erdoğan’dır” diyor muhterem zat. O çökertilirse, çadır göçer, diyor. Bu duyguyu bugün milyonlarca insan paylaşıyor Türkiye’de. Azeriler, “Yel kayadan ne aparır?” derler böyle durumlarda. Bir Azeri okuyucum da bunu hatırlatıyor.
Tayyip Edoğan’ın nev’i şahsına münhasır bir sima olduğu muhakkak. Mazlum bir coğrafyada, bir ayağa kalkış hamlesinin sembol kişiliği olduğu muhakkak. Zor bir işe soyunmuş durumda. Güvendiği, zorluğu paylaşmak istediği insanlar tarafından vurulmak.... Belki en acısı odur.
Bu coğrafyanın mazlumiyetten kurtuluş tarihi yazıldığında kim nerede yer alacak?
Bence herkes kendisine bunu bir kere daha sormalı.