Ne zaman birileri “yandaş” lafını kullanacak olsa veya “biat kültürü”nden bahisle karşısındakini itham etse veyahut da iktidarla ilişkiler üzerinden akıl vermeye kalksa; biliyorum ki bu, gazeteciliğin sadece böyle yapıldığını zannetmelerindendir. Onyıllardır gazeteciliği ve yazarlığı mutlak yandaşlık düsturuyla yapan, kendi sınıflarının biatine mahkum olan ve iktidarlara selam durarak ayakta kalabilen gelenek; dürüst, ilkeli ve sadece mesleğin gücüne inanan gazeteciliği bir türlü anlayamıyor.
Herkes için demokrasi istemeyi ve bu demokrasinin de yüksek standartta olmasını arzulamayı bile “yandaşlık” zannetmeleri bundandır.
Neyse ki, daha iyi demokrasinin önündeki son engel olan Kürt meselesi çözülüyor da matruşka gibi çıkarıldıkça bitmeyen takkelerinin sonuncusu da düşüyor. Artık bundan sonra da kel görünmezse, görmeyenlerin körlüğüdür.
Bu bahiste, “mahalle baskısı” lafının da aynen yandaşlık gibi bunu en derin yaşayanların kompleksi olduğunu biliyorum. Biz meslek insanları, medya ve düşünce pazarının klasik sol kesiminde fikir özgürlüğü yaftası altında nasıl bozulamaz bir omerta kuralı olduğunu biliriz. Her şeyi konuşamazsınız, herkesi eleştiremezsiniz veya hak edilmiş takdir sözlerini bile ifade edemezsiniz. Hasılı, sürüden ayrılamazsınız...
Eski Türkiye medyası, sanat ve düşünce kampı için özgürlük çoğu kez tek bir fikrin; yani ulusalcı-yarı liberal hattın üstünlüğünü müdafaa etmekten ibarettir.
Böyle olduğu için, yıllardır savundukları fikirler bugün hayata geçmesine rağmen suratlarından düşen bin parçadır.
İçlerinden biri yanılıp yapılanları ucundan kıyısından methedecek olsa “mahalle baskısı”nın alasını görür ki; gördüler biliyoruz. Yanılıp iktidar sokağından geçen yılların sanatçılarının, yorumcularının, tiyatrocularının bir kalemde harcandıklarını biliyoruz. Harcanırlar zira; bir sokaktan geçilecekse bu CHP ya da İşçi Partisi sokağı olmalıdır!
Evet... Baskı sır değil ama bu meselenin Radikal yazarı Uğur Vardan gibi mahallenin en makul görünen şahıslarına kadar vardığını ve hatta başkalarının ekmeğine hücum edecek bir öfkeye bulandığını bilmiyordum.
Öyleymiş meğer...
Şahan Gökbakar’ı tanımam ve filmlerinin de pek meraklısı sayılmam. Malum, 1 Mayıs’ta Taksim sırtlarında eylem yapanları işçiye benzetemediği mealinde sözler sarf etmişti. İzleyebildiğim kadarıyla bir hayli destekçi de bulmuştu.
Ama anlaşılan o ki Şahan Gökbakar’ın Yeşilçam’da ekmek yiyebilmesi için bunu bir daha yapmaması gerekiyor. Yapmamak şöyle dursun, düşünmeden, tartışmadan şablonları tekrarlaması, ezberin dışına çıkmaması ve ötesini berisini kurcalamadan 1 Mayıs’a katılan herkesin işçi olduğunu söylemesi gerekiyor. Söyler mi söylemez mi bilinmez ama Vardan, kendi mahallesine gayet nazik ve hassas bir ihbarda bulunuyor:
“Sinema yazarı arkadaşlarıma şu soruyu sormak istiyorum: Böyle bir düşünceye sahip olan bir ismin içinde yer aldığı filmler için kalem oynatmaya değer mi acaba?”
Bu, “sinema yazarı arkadaşlara” tavsiye.
Bir de “sinema emekçisi arkadaşlar”a devrimci bir tavsiye var:
“Bundan böyle Şahan Gökbakar’ın herhangi bir projesinde yer alacak sinema emekçilerinden, ‘Genç yetenek’in ‘Emek’in bayramı’nda söylediklerini hatırlamalarını, akıllarının bir köşesinde yaptığı yorumları bulundurmalarını isteyeceğim...”
Emin olun, bu satırları okuyunca kendimi dünyadan bihaber hissettim.
Demek ki bunlar, 2013 Türkiyesi’nde ve üstelik en makul kalemler tarafından yazılabiliyormuş...
Mahalle baskısı gerçekten tehlikeli boyutlara ulaşmış da haberimiz yokmuş.