Akil insanların halkla buluşmalarından yansıyan haberler, sürecin, siyaset cephesinde farklı, ama savaşın gerçek mağdurları arasında farklı algılamalara yol açtığını gösteriyor.
Batı illerinde şu sorular soruluyor:
PKK’ ye, silahlı gruplarını Türkiye dışına çıkarması ve Türkiye’ye karşı sürdürdüğü savaşı durdurması karşılığında ne verildi? Öcalan serbest bırakılacak mı? Kürt-Türk İttifakı adı altında PKK’yle bir Ortadoğu Federasyonu mu kuruluyor?
Bu soruların dillendirildiği şehirlerde sürece destek, Güneydoğu v Doğu illerine göre daha az. Kürt toplumunda siyasi eğilimler, en azından son 15 yıl itibariyle hiçbir zaman PKK’nın silahlı eylemlerini ve saldırılarını destekleme ve meşru görme yönünde değildi. Ama ne yazık ki, statükocu güçler, bir spor müsabakasında olduğu gibi, bu kirli savaşta da taraflara uzatmaları oynatıp durdular.
Şimdi de en büyük hakem olan tarih, düdüğü çaldı ve bu kirli savaşın uzatmaları da sona erdi. Hadise budur.
Ama BDP/PKK kitlesinin, kafasındaki soruların cevap bulduğu da söylenemez.
Silahlı mücadele bu kitleler için, siyasi hakların ve hatta siyasi varoluşun vazgeçilmez bir unsuruydu, hatta güvencesiydi. Bu güvenceyle muhataplarla masaya oturulacak, siyasi müzakere edilecek ve silahların güvencesiyle veya gücüyle talepler karşılanacaktı. Ama tarih farklı gelişti, PKK’nın bu inancını doğrulayan ortada hemen hiçbir şey yok.
Silahlı mücadele, artık Kürt siyasetinin elinde, başa bela bir aksesuar gibi sallanıp duruyor. Ve Öcalan bu aksesuarı şimdi PKK’nın elinden almaya çalışıyor. Ama görebildiğim kadarıyla Kürt siyaseti silahlı dönemden, ders çıkarmış da değil.
Kürtler, silah sonrası dönem için hala yanlış beklentilere, gerçekleşmeyecek umutlara bağlanmak isteniyor.
Şöyle söyleniyor mesela: Bu süreç üç aşamalı bir süreçtir. İlk aşamada silahlı mücadele sona erecek, sonra da ikinci ve üçüncü aşamada ‘bize özel’ hakların hayata geçirilmesi mümkün olacak. Oysa durum bu değil, silahlı mücadelenin bitiyor olmasının, miadı dolduğu için sadece, tarihsel bir karşılığı var, ama siyasi beklentilerin karşılanması anlamında aşamalı olarak ve hemen gerçekleşecek bir siyasi karşılığı yok.
PKK silahlı mücadeleyi bundan sonra gerçekleşecek ve garantiye alınmış, Kürtlere özel bir siyasi program adına değil, silahlı mücadeleyi gereksizleştiren ve devre dışı bırakan tarihsel ilerlemeye karşı ortaya koyduğu anlamsız direnme halinden kurtulmak için bırakıyor.
Yeni hayal kırıklıkları, yeni umutsuzluklar yaşatmamak için, bu gerçeğin bütün çıplaklığıyla Kürt halkına da Türk halkına da iyi anlatılması gerekir.
Kürtler bu mücadeleye çok şey verdiler. İç barışları bozuldu, onurları kırıldı. Kent varoşlarında, bir lokma ekmeğe muhtaç oldular. Savaşa kurban verdikleri akrabalarının bir mezar hakkı bile olmadı.
Bu belalardan kurtulmayı kim istemez?
Ama savaşın yarattığı bu travmalara, özellikle de hayıflanma duygularına iyi gelecek şeylerin yapılması da gerekir.
Denizli’den şehit Vedat Avcı’nın annesi akil insanlar heyetine, ‘Keşke çözüm süreci altı ay önce olsaydı’ demiş..Çünkü altı ay önce olsaydı bu annenin evladı hayatta kalacaktı..
Meclise tekerlekli sandalyeyle gelen eli- bacağı kopmuş bir gazi de benzer sözler söyledi, ‘neden dün değil de bugün?’ dedi..
Sonra, Uludere katliamının, sivillerin hayatını kaybettiği saldırıların, bir yönüyle de, ‘devrimci halk savaşında’ ısrarın bir sonucu olmadığını kim iddia edebilir?
Neden dün değil, bugün sorusu haklı ve cevap bulması gereken bir sorudur.
Mağdurlar arasındaki bu hissiyatın görülmesi gerekir. Keşke mümkün olsa da süreç, güçlü bir geçmişle yüzleşme hamlesiyle iç içe yürüyebilseydi. Ama olmadı.
Görülebildiği kadarıyla, süreç, ‘geçmişe bulaşmadan ve geçmiş hatırlanmadan’ hal yoluna konulmak istenen bir yol haritasına sahip.
İşte bu yüzden de, savaşın mağdurları bir yandan süreci destekliyor, bir yandan da hayıflanıyor..
‘Neden dün değil de bugün?’ derken çok haklı ve cevapsız kalmaması gereken bir soru soruyor.