Hrant Dink davasında alınan kararla gösterilmek istendiğinin tersine, bir ülkede belli bir inanç grubuna, belli bir etnisiteye mensup olan insanları hedefleyerek işlenen siyasi cinayetler, katliamlar birkaç kişinin kurduğu adi suç örgütlerinin marifetiyle açıklanamaz.
Asıl örgütleri gizleyerek, bu örgütleri araştırmanın zorluklarını bahane ederek, cinayetlerin aydınlanması ve adaletin sağlanması mümkün değildir.
Geçmişin suçlarıyla hesaplaşma dönemlerinde, hukukçular bu gerçeği ‘örgüt bulunamamıştır’ bahanesinin arkasına saklanarak gözardı ederlerse adalet arayışları hep yarım kalır.
Tarihçiler; bu gerçeği inkar ederlerse, gün gelir, siyasetçilerin, tarihi, ahlaki olmayan amaçlar için kullanmalarına ve geçmişte işlenen katliamları ve cinayetleri birer siyasi kullanım alanı haline getirmelerine seyirci kalırlar.
Yıllardır, ‘Dersim katliamı olsa olsa Alpdoğan Paşa’nın işidir’ denildi. CHP’nin ve liderlerinin katliamlardaki rolü inkar edildi.
Ve daha fenası, zulmedilen, zamanla zulmedenin mikrobunu kaptı.
Bazı Dersimliler der ki mesela, ‘Alpdoğan Paşa kıyıma başladığında, Mustafa Kemal’in haberi yokmuş, ne yapıyor bu adam, gidin durdurun şunu demiş!’
Demiş (!) ama galiba geç kalmış!
Alpdoğan Paşa hızını alamamış ki, Dersim dağlarındaki mağaralara sığınan kadınları, çocukları da telef etmekten kaçınmamış..
Gazetelerde haber olarak yer aldı, Laç Mağarası’na, 76 yıl sonra giren Dersimli Hıdır Çiçek, gördükleri karşısında dehşete kapılmış. Bir mağara ve ortasına yığılıp kalmış, kime ait olduğu belli olmayan kemikler..
Dersim ve Sason mağaralarındaki katliamların izi sürülecekse, ‘Doğu Anadolu’da Toplumsal Mühendislik’ adıyla yayınlanan Necmettin Sahir Sılan arşivi iyi bir rehber olabilir.
Sılan, Meclis-i Mebusan ve Ayan Meclisi’nde zabıt katipliği, 1939’da Bingöl, 1943 ve 46 da Tunceli Mebusluğu görevlerinde bulundu.
***
‘Toplumsal mühendislik’ ve ondan daha beter bir kavram olan ‘uygarlaştırıcı proje’ kavramını benimsediğinizde dün Dersim’de olup bitenleri, Dersimli CHP lideri Kılıçdaroğlu gibi ‘devrim koşullarında normal şeyler’ olarak görmeniz kaçınılmazdır.
Bu durumda, bir halkı, bir coğrafyayı ‘uygarlaştırmak’ için yola çıkmış ‘devrimcileri’ ve onların bugünkü mirasçılarını sahiplenir ve ‘karşı devrimcileri’ teşhir etmek adına, onların dağlarda mağaralarda, çoluk çocuk yok edilmesini sağlayan programları ‘uygarlaştırma projesi’ adına gönül rahatlığıyla onaylarsınız. (Esat’ın ve Baas’ın giriştiği katliamların bugün dahi bu anlayışın bir sonucu olarak onaylandığı şüphesizdir.)
Sahir Sılan Arşivi işte bu ‘sakalı yerlerde sürülen’, ‘talancı’, ‘mal ve ırz düşmanı karşı devrimcileri’, ‘gözü dönmüş canileri’, ağaları, seyitleri, ortadan kaldırmak ve halkı özgürleştirmek için sözüm ona ‘devrimcilerin’ neyi göze aldığını anlamak bakımından son derece önemli bir arşiv!
Sahir Sılan arşivini elinize alıyorsunuz ve o andan itibaren, devletin Kürt toplumu ve coğrafyası hakkında sahip olduğu derin bilgilere şaşırıp kalıyorsunuz.
Arşivde Dersimdeki aşiretlerin, hudutlarının ve nüfus miktarlarıyla silahlarını gösterir krokiler, vadiler, dağlar, ovalar, tedip harekatlarının izlediği güzergahlar, bu güzergahlarda yer alan mağaralar tek tek şemalar halinde gözler önüne seriliyor.
Sılan’ın arşivinde yer alan Mağaralar adlı bölüm şu sözlerle başlıyor:
‘Yasak bölgenin tanınması lazım gelen yasak taraflarından biri, belki en mühimi mağaralardır. Mağaralar yasak bölge halkı için hayati kıymete haiz sığınaklardır. Halk bir tedip harekatı hissedince, zamanın elverişine göre çoluğunu çocuğunu, varını yoğunu hatta koyun keçisini de mağaraya çeker ve etrafı gözetleyerek harekatın sonuna kadar bekler. Mağara harekatın devamı müddetince, takip kuvvetleri tarafından görülememiş ve keşfedilememiş ise kendi hesaplarına göre vaziyet kurtarılmış sayılır..’
Dersim’i ‘uygarlaştırmak’ isteyenler, Dersim’deki mağaraları, ‘köye yakın mağaralar’, ve ‘uzak mağaralar’ olarak ikiye ayırmışlar.
Sonra ‘üç beş kişiden başlayarak icabında yüz küsur kişiyi istiab edebilecek mağaralara rastlanmıştır’ diyerek mağaraları kapasitelerine göre sınıflamışlar!
Sıra, mağaraların keşfine ve tatbik edilen usullere gelmiş.
Bu usullere göre mağaralar, A) Taramalarla, B) Ele geçen şakileri tazyik suretiyle bunlara kılavuzluk yaptırarak ele geçiriliyor ve mağaralara taarruz böylece tamamlanıyormuş.
***
‘Mağaralara taarruz’ kitapta ayrı bir bölüm olarak yer alıyor. Burada yer alan bilgilerden öğreniyoruz ki mağaralarda saklananlar derhal teslim olmamışlar sonra ‘susuz kaldıkça’ teslim olmaya başlamışlardır.
‘On gün aç ve susuz kaldıktan sonra, teslim olmayıp mağara içinde ölenlere veyahut ölecek hale geldikten sonra teslim olanlara rastlanmıştır. Susuzluğa çocuklar tahammül edemedikleri için, bunlara idrar içirildiği ve bir kısmının bu yüzden öldükleri duyulmuştur.’
‘Bazı mağaralar yüksek ve kalın kayalıklar üzerinde bulunmasından bunlara tahrip kalıbı kullanılamaz. Bu durumda içerdekilerin açlık ve susuzluğa mahkum edilmesi zaruri olur.’
Mağaraların yakılması sırasında oluşan dumana karşı mukavemette Sasonluların adı öne çıkıyor ve şöyle deniyor:
‘Sasonluların dumana karşı gösterdikleri mukavemet kayda değer.’
Ve mağaraların ele geçirilmesinde önerilen pratik usuller:
‘Keçi, inek ve çocuk gibi bağırmak, Kürtçe ve Arapça seslenmek, keçi gibi bağırmalarda mağaralardaki keçiler mukabelede bulunarak yerlerini belli etmişlerdir.’
İyi pazarlar..