Kömür’ denilince herkesin aklına başka bir şey geliyor; benim aklıma ise, kömürle ilgili macerasını, bir bölümünü orada yaşayarak, daha sonra uzaktan —ama mümkün olduğu kadar yakın— izlediğim İngiltere geliyor...
Yavuz Özkan’ın ‘Maden’ filmi hatırlandı Soma’daki dehşetten sonra; ben de kendi hatırladıklarımı yazayım...
BBC’de hiç kaçırmadığım bir dizidir Inspector George Gently... Martin Shaw’un usta oyunculuğuyla canlandırdığı, kimseyi takmayan polis şefi Gently tiplemesine dayanan dizi, 1960’lar İngiltere’sinden ilginç kesitler sunar. Bir-iki ay önce yayınlanan bölümünde, Burnsend’teki kömür madeninde işlenen bir cinayet üzerinden, o dönemin çok kritik madenci-politikacı çelişkilerine ışık tutuluyordu...
İngiltere’de politikacıların her zaman en büyük baş ağrısı olmuştur ‘kömür’ ve ‘madencilik’ sanayii...
1973 yılı... İsrail’in Filistinlilere uyguladığı politikalar yüzünden Suudi Kralı Faysal’ın başını çektiği Arap ve İslâm Dünyası karşı atağa geçer ve bu amaçla ‘petrol’ silâhına sarılınır. OPEC’in ilân ettiği petrol ambargosu enerjide Ortadoğu’ya bağımlılığını Batı’ya güçlü bir biçimde hatırlatır. İngiltere’de Edward Heath hükümeti tasarruf politikaları uygulatmaya başlar. Alınan tedbirlerden biri fabrikaların ancak üç gün çalışmasıdır...
Kömür madeni zengini ülkede, alternatif, kömür üretiminin artırılmasıdır, ama orada da hükümetin karşısına güçlü sendikalar çıkar...
Heath 1974’te erken seçime gider, Muhafazakâr Parti seçimde “İngiltere’yi kim yönetecek?” sloganı eşliğinde sendika karşıtı bir kampanya yürütür... Ve kaybeder...
On yıl sonra farklı bir politik tablo hâkimdir İngiltere’ye: Muhafazakâr Parti kendine ‘demir lady’ lâkaplı bir lider bulmuştur:Margaret Thatcher... Thatcher serbest piyasa ekonomisini oturtabilmek için sendikaların gücünü kırmak gerektiğine inanmaktadır. Alınan tedbirlerden biri, 70 ocağı birden kapatarak başında cerbezeli bir başkanın bulunduğu kömür işçileri sendikasını etkisiz hale getirmektir. Ocak kapatma kararına, sendika, grevle cevap verir...
Bir yılı aşkın bir süre kamuoyunu meşgul eden kömür işçileri grevi Thatcher’in zaferiyle sonuçlanır... Daha birkaç ay geçmişken grev kırıcılarla sendika taraftarı işçiler arasında kanlı kavgalar çıkar.
Medyanın tavrı dikkat çekicidir süreç boyunca... Bazısı daha grev kararıyla birlikte, çoğu biraz sonra olmak üzere, hemen bütün gazeteler grev karşıtı tavır alırlar. Guardian ve Daily Mirror gibi İşçi Partisi’ni destekleyen gazeteler bile...
Kazalar?
Romanlara, filmlere, dizilere konu teşkil etse de, Batı ülkelerinde çok sayıda işçinin ölümüyle sonuçlanan türden maden kazaları son 50-100 yıl içerisinde azalarak bitmiştir. İngiltere’de kömür madenleri bulunan bir bölgede geçen Inspector George Gently gibi dönem (1960’lar) dizilerinde bile, senaristlerin aklına, Soma’da yaşanana benzer çok ölümlü olaylar gelmez; kazara öldüğü süsü verilerek bir cinayet işlettirilir en fazla...
Hasan Bülent Kahraman dünkü yazısında (Sabah) Emile Zola’nın ‘Germinal’ romanından söz etmiş... Sosyalist bir dünya görüşüyle kaleme alınmıştır Germinal ve insani ilişkileri sermaye-emek çelişkisi ekseninde işler...
Germinal’de, öncülük ettiği grevin kanlı biçimde bastırılarak sonuçlanmasından dolayı işçilerin suçladığı roman kahramanına, kendisinin de âşık olduğu bir kadınla sevgilisi de yanında olduğu halde, ocaktayken, Rus rakibi tuzak kurar... Sabotaj yapar ve ocağın girişini kapatır...
Okuyanların, Zola’nın bu romanındaki çatışma sahnelerinin etkisinde kalmamaları mümkün değildir... Nitekim, 1885’te yayımlanmış‘Germinal’, sol hareketlerin yükseldiği 1960-1980 arasında, bizde de defalarca basıldı ve elden ele dolaştı.
Polis şefi Gently maden ocağında cesedi bulunan işçi liderinin kazayla ölmediğini, hesaplı bir cinayete kurban gittiğini fazla gecikmeden keşfeder; Zola’nın Germinal’inde, üçlünün başına gelenin ‘sabotaj’ olduğunu ve düşünceleri birbirine yakın kişiler arasındaki çatışmayla ilintili bulunduğunu biliriz...
Maden kazaları bizde de artık tarihe karışmalı...