İstanbul’dan uçağa binin. İki saatlik uçak yolculuğundan sonra Ukrayna’nın Lviv kentindesiniz. Kapıda vize sorulmuyor. Adım attığınız sokaklar ilginç kostümler giymiş kişilerle dolu. Tarihi 13’üncü yüzyıla dayanan bu şehirde keşfedilecek o kadar çok şey var ki... Ama önce kahvesiyle ünlü kentin bir fincan kahvesini için.
Gezi yazıları yazmayı seviyorum fakat “Gittim, gördüm, yedim, içtim aman ne güzel” şeklinde olmasın istiyorum bu yazılar. Anlattığım yere dokunayım, bu yerleri okurla öylesine paylaşayım ki onlar da gitmiş, görmüş kadar olsun. Yıllar içinde farkettiğim bir şey var: Bazı kentlere daha çok dokunabiliyor, onları daha iyi ifade edebiliyorum. Bazen aradan çok zaman geçse de anılar capcanlı duruyor karşımda. Bunu biraz da çektiğim fotoğraflara borçluyum sanırım. Yani bir anlamda canlılık fotoğraflarla doğru orantılı. Onlar hikayenin kendisini en yalın haliyle anlatabiliyorsa kelimeleri didiklemeye çok da gerek kalmıyor. Lviv’de çektiğim fotoğraflara baktığımda hikayenin asıl anlatıcısının ben değil onlar olduğuna karar verdim. Siyah cüppesi içinde kanatlarını açmış uçmaya hazırlanan sakallı, şaşkın bakışlı bir melek fotoğrafı çektiyseniz o öyküye sizin ne katkınız olabilir ki? Gümüş rengi boyaya batmış bir canlı heykel, elinde bastonu, günün hasılatından memnun olup olmadığını anlayamadığınız bir ifadeyle -çünkü yüzü de gümüş renginde- yürüyorsa bu kendi başına bir hikaye değil midir? Başka bir karede, bu sefer saraydaki balodan dönüyormuşcasına alımla yürüyen altın renkli giysisi içindeki genç kadın ve yanında bir başka kostümlü güzel kız var. Bu fotoğrafa da bir öykü yazılabilir. Ya da yazmaya gerek duymayabilirsiniz. Karedeki görüntü kelimelerin yardımı olmadan kendini pekala anlatabilir.
SOKAKLAR CANLI MANKENLE DOLU
Lviv, Ukrayna’nın batıya açılan kapısı ve belki de en renkli kenti. UNESCO Kültür Mirası Listesi’nde bulunan eski kent merkezi gün boyu capcanlı. Size yüzlerce kare fotoğraf çekme şansı veriyor. Bir kere Ukraynalı kızlar çok ama çok güzel. Hiçbir şey olmasa onları fotoğraflayabilirsiniz. Fakat bundan çok daha fazlası var meydanlarda, sokaklarda. Turist sayısı kadar turisti etkileyecek, dikkat çekecek Ukraynalı da var. Kimi ilginç kostümler giyinmiş yüzleri boyanmış canlı manken; kimi eteklerini sürüyerek sakız, şeker satıyor; birkaçı müzik yapıyor, dansediyor. Ayaklı standlarda dondurmacılar, hediyelik eşya satıcıları, tur satmaya çalışanlar... Biraz ileriye gittiğinizde koca bir heykelin dibine kurulmuş ikinci el kitap pazarı, hemen iki sokak ötede Batı Ukrayna’nın en büyük el sanatları pazarı Vernisazh. Lviv’de müthiş bir kahve kültürü var. Nefis pastalar yenebilecek, güzel kahveler içip gelen geçeni seyreyleyebileceğiniz kafeler dizi dizi. Hepsinde kablosuz internet bağlantısı mevcut. Kahvenizi yudumlarken dünyaya bağlanın, arada sokaktan akan yaşamı izleyin. Saatler geçirebilirsiniz bu şekilde.
Lviv, 13’üncü yüzyılda kurulmuş. 14’üncü yüzyılda Polonya’ya katılmış, 18’inci yüzyılda Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun parçası olmuş, imparatorluğun çökmesiyle yeniden Polonya’nın idaresine geçmiş. II. Dünya Savaşı’nın ardından SSCB’nin kanatları altına girmek zorunda kalmış, 1991’de Ukrayna’nın bağımsızlığını kazanmasıyla Rus maskesini çıkarmış. O gün bugündür kendi benliğini bulmaya, kendine yeni bir yaşam kurmaya çalışıyor. Kabuklarını kırıp dünyaya açılmaya çabalıyor bir başka deyişle. Yüzlerce yıl Polonyalılar, Ukraynalılar, Almanlar gibi nice ulustan insan bir arada yaşamış burada. Bugün bir buçuk milyonluk kent nüfusunun yüzde 90’ı Ukraynalı. Çok az sayıda Polonyalı ve Beyaz Rus var. 1950’lerde kent halkının yüzde 90’ı Rus iken bugün azınlığa düşmüşler. 1930’larda nüfusun neredeyse tamamı Yahudiyken şimdi sayıları yok denecek kadar az.
HALKI KENDİ HALİNDE YAŞIYOR
Polonya ve Avusturya-Macaristan İmparatorluğu’nun etkisinde kaldığı dönemler kent mimarisine büyük katkıda bulunmuş ve Lviv’i Doğu Avrupa’nın en güzel kentlerinden biri haline getirmiş. Henüz yeterince tanınmıyor olması onu meraklı gezginin gözünde daha bir önemli kılıyor. Çok yakınındaki Prag’ı bilmeyen, tanımayan kalmamışken, sokaklarında turist kalabalığından iğne atsanız yere düşmezken, Lviv’in adını duymuş olanlar pek az. Henüz benzeri Batılı kentler kadar pahalı değil, halkı hala kendi halinde yaşıyor, turistik olanla karşılaşsanız dahi otantik ve yerel olanı görüp tatma, tanıma şansı bulabiliyorsunuz. Tamam, Rusça veya Ukraynaca bilmiyorsanız yönünüzü bulmakta hala zorlanabiliyorsunuz ama İngilizce bilenler de yok değil. En azından ülkedeki diğer kentlere göre bu oran daha yüksek. THY haftanın üç günü Lviv’e uçuyor. Yolculuk iki saat, vize yok ve karşınızda size kendini anlatmaya hazır bir kent var. Daha ne olsun!
360 MERDİVEN SONUNDA 360 DERECELİK MANZARA
“LVIV’E gidip ne göreceğim?” diyorsanız... Lviv Operası kentin tam ortasında. 19’uncu yüzyılın sonunda inşa edilen binanın arka tarafında geniş ve uzun bir yürüyüş yolu var. Bu yolu yürüyüp sol tarafa doğru dönerseniz iki sokak sonra Rynok Meydanı’na geleceksiniz. Kentte görülecek hemen her şey bu bölgede. Belediye binasının 306 merdivenle çıkılan kulesinden ufak bir ücret ödeyerek kenti 360 derece kuşbakışı izleyebilirsiniz. Meydanın etrafındaki sokaklarda kentin en önemli katedral ve kiliseleri, saray ve müzeleri bulunuyor. Tophane ve etrafındaki duvarlar 1500’lerden kalma. Rönesans dönemi eserlerine meraklıysanız King Jan III Sobieski Sarayı’nı (Palats Kornjakta) gezebilir ve saray bünyesindeki romantik İtalyan avlusunda bir kahve içebilirsiniz. Kentte pek çok müze var. Zamanınız olursa tarih müzesi, antik eşyalar müzesi, ulusal müze veya eczacılık müzesini gezebilirsiniz. Yine vaktiniz varsa Lviv mezarlığını (Lychakiv) da listenize ekleyin derim. 1700’lerde kurulan mezarlık kent tarihinin koklanabileceği en önemli yerler arasında sayılıyor.
TOPRAK KAPTA GELENEKSEL YEMEK
TRAPEZNA 400 yıllık bir manastırın mahzeninde hizmet veren, geleneksel Ukrayna yemeklerini toprak kaplarda yiyebileceğiniz bir restoran. Zarif bir karı-kocanın işlettiği restoranda içecekler de eski ahşap kupalarda geliyor. Dağlardan topladıkları otlardan, orman meyvelerinden çay ve şerbet yapıyorlar. Yemekler orjinal reçetelere sadık kalınarak hazırlanıyor. Kentte sadece Ukrayna mutfağından değil, Rus, Çek, Yahudi, Gürcü, Özbek ve daha pek çok mutfaktan örnekler sunan restoranlar var.
LVİV DEMEK KAHVE DEMEK
“UKRAYNA’NIN kahve başkentiyiz” diye böbürleniyor Lviv’de yaşayanlar. Rynok Meydanı’nın bir köşesinde çok büyük bir kahve dükkanı var. Burada henüz kavrulup çekilmiş kahvelerden satın alabiliyor, taze kahve içebiliyorsunuz. Ancak Lviv’de kafe çok. Benim favorim Cukiernia (tatlı dükkan). Bu kafenin pastaları hem çok leziz hem de çok şık. Gezginlerin önerdiği ve Lviv’in alışveriş caddesi Shevchenka üzerinde bulunan Veronika’dan o kadar etkilenmedim. Ama eskiye meraklı olanlar, kentin en eski kafesi Viden’ska Kavyarnia’ya, tematik mekanları sevenler yazar Leopold Ritter von Sacher-Masoch’a adanmış (girişte yazarın enteresan bir heykeli var) olan Masoch Kafe’ye uğrayabilir.