Reyhanlı Kaymakamı Yusuf Güler'in nazik davetini geri çeviremeyip Reyhanlı'ya gittim. Kaymakamlıkta, odasında görüştük, tartıştık. Bükülmez Karakolu Komutanı Yüzbaşı Serkan'ın Suriyeli yaralıları içeri almaması yüzünden iki kardeşimizin öldüğü iddiasını bir kenara bırakıp başka şeyler konuşmak istediği, o komutan yerine benimle ve arkadaşlarımla uğraşmayı tercih ettiği için lafı uzatmadan gitmek üzere kalktım. Oturmamı istedi. "Lusi denilen köpek yüzünden kapının daha evvel de Suriyeli yaralılara ve hatta insani yardım geçişine günlerce kapalı tutulduğunu biliyor musunuz?" diye sordum. "Hayır" deyince, dünyadan haberi olmayan bir kaymakamla daha fazla vakit kaybedemeyeceğimi ifade edip çıktım odasından.
Lusi. Belki de Lucy veya Lucie diye yazmak lazım, bilemiyorum. Elimde fotoğrafı var, çok güzel bir köpek. Bükülmez Karakolu'nun maskotu. Komutanın cancağızı. Günlerden bir gün Suriye tarafına geçip, bombardımandan kaçanların oluşturduğu çadır kentte kaybolmasın mı? İşittiğime göre Suriyelilere yardım yetiştirmek için çırpınan insani yardım gönüllülerine "Ben yoruldum, siz de yorulun", "Bu kapının kapatılmsı lazım", "Suriyelilere hizmet etmek istemiyorum", "Beni şikayet edin de buradan alsınlar" deyip duran ve Suriyelilere posta koymak için daima fırsat kollayan yüzbaşı gürlemiş tabii: 'Lusi bulunup getirilene kadar kapıyı kapatıyorum. Yardım geçirmiyorum, yaralıları almıyorum!'
Suriyeli devrimciler, çaresiz, Esed'i-IŞİD'i bırakıp Lusi'yi bulmak için seferber olmuşlar. Meğer Lusi bir şekilde Hama'ya kadar gitmiş. Bulunması dört gün sürmüş. Bu zaman zarfında yaralılar gerçekten de Türkiye'ye alınmamış. İki gün boyunca da Suriye tarafına insani yardım geçişine izin verilmemiş.
Neticede bulup getirmişler Lusi'yi. Nöbetçi komutana teslim etmişler. Adam çok duygulanmış, şefkatle sarılıp yüzünü öpmüş Lusi'nin.
Dört kişiden ayrı ayrı dinledim ve bölgedeki pek çok kişiye (Türkiyeliler, Suriyeliler) teyit ettirdim bu hadiseyi. Suriyeli bir devrimci çok acı bir espriyle dedi ki: "Lusi kadar kıymetli olmadığımızı elbette biliyoruz, fakat o köpeğe kurban edilecek kadar da aşağılık yaratıklar olmadığımızı takdir edersiniz."
Daha neler neler...
Uzatmak istemiyorum. Bir faydası da olmuyor zaten. Kaç gündür yaprak kımıldamadı, ikaymalam ve yüzbaşının özgüveni yerli yerinde, işlerini her zamanki hal üzre devam ettiriyorlar. Bu arada, benimle görüşüp şikayetlerini anlattıkları için Suriye tarafının kulağını çekip duruyorlarmış. Türkiye kapısında can veren iki Suriyelinin acı hatırasıyla ilgilenmiyorlar, benimle uğraşıyorlar. Kendileriyle uğraşan bir devlet iradesi görmedikleri için olsa gerek, gayet rahatlar.
Haddimi bilememiştim, şimdi bildim. Geçen yazıda duyurduğum konuyu yazmaktan da vazgeçtim.
Bir de 'bizimkilerle' boğuşmak zırunda kaldıkları için Suriyeli devrimci kardeşlerimden kendi adıma özür dileyip konuyu kapatıyorum.
Allahu ma'assabirin.
Hasbinallahi ve ni'mel vekil, ni'mel mevla ve ni'men nasir.