Lübnan yaşanan iç savaştan sonra değişik onlarca farklı etnik ve dini yapının bir arada barış içinde yaşamayı öğrendiği farklı bir ülke olmuştu.
Normal bir devlet yapısından söz etmek mümkün değil. Cemaatler arasında paylaşılmış resmi kurumların bulunduğu bir yapı.
Cumhurbaşkanının Maruni, başbakanın Sünni Müslüman, meclis başkanının Şii Müslüman olma şartı gibi.
Bu paylaşım etkilenmesin diye nüfus sayımının bile yapılmadığı bir ülke Lübnan.
***
Tabii her cemaatin arkasını dayadığı bir ülke var. Dolayısıyla Lübnan, kimi devletlerin vekaleten rekabet ettiği ve güç gösterisinde bulunduğu bir ülke konumunda.
Bu onlarca cemaat içinde üç büyük cemaat öne çıkıyor ve asıl rekabet bu üçü arasında yaşanıyor.
Maruniler, Sünniler ve Şiiler. Sünniler ve Şiiler Müslüman ama en büyük çekişme de ikisi arasında yaşanıyor.
Başbakan Hariri'nin istifasının arkasında da bu çekişme yatıyor.
***
Şurası bir gerçek ki güney Lübnan'a hakim pozisyondaki Şii Hizbullah İran desteğiyle gücüne güç katmış ve Lübnan'ın en güçlü yapısı haline gelmiştir. Şunu da hemen ilave edelim ki Lübnan'da cemaatlerin hem parlamentoda temsil edilen siyasi partileri var hem de silahlı askeri kanatları. Hizbullah aynı zamanda 2006 yılında İsrail ordusuna ağır mağlubiyet tattırmış askeri güçtür.
Hizbullah istese Lübnan'ı saatler içinde işgal edecek ve devlete el koyacak güçtedir.
Bu gücünü İran'dan aldığını söylemeye gerek yok sanırım.
***
Irak, Suriye ve Yemen üzerindeki İran etkinliği malum... İran, masum insanların kanını dökme pahasına Arap yarımadasını kuşatma siyasetini sürdürmekte bir beis görmüyor.
Bölgeyi yeniden yapılandırma hedefini gerçekleştirmeyi planlayan ABD takip ettiği politika ile İran'ın güçlenmesine ve bölgeye müdahalesine zahirde karşı çıksa da gerçekte destek veriyor.
Bir taraftan da Suudileri İran'a karşı kışkırtıyor.
Dini anlayışlarının da katkısıyla bu iki ülke ABD'nin senaryosunda rol almaktan çekinmiyor maalesef.
Hariri'nin Riyad'da Suudilerin söylemiyle paralellik arz eden istifası sıradan bir siyasi gelişme değildir.
***
Uzatmayalım, Suud yönetiminin Lübnan'daki vatandaşlarını acilen çağırması, gidecek olanları da gitmemeleri hususunda uyarması yakın tehlikenin habecisidir.
Hizbullah'ın askeri gücü Suudiler kadar İsrail'i de korkutuyor. Gerektığinde İran'a bile müdahele tehdidinde bulunan İsrail'in sınırındaki İran gücünü temsil eden Hizbullah'a saldırması an meselesi.
Bu saldıryı Suudların öncülük edeceği Arap dünyasının alkışlaması yadırganmamalıdır!
İşte bu noktada tarafların tamamıyla ilişkisi bulunan Türkiye'ye bu felaketi önlemeye yönelik diplomatik girişim sorumluluğu terettüp etmektedir.
***
Türkiye, Suud, İran ve İsrail yönetimleriyle ilişkisi bulunan tek devlet olmasının yanı sıra uluslararası oyunlara karşı ülke ve bölge çıkarlarını önceleyen tek ülkedir.
Aksi takdirde geçmişte İsrail'in Beyrut'a yaptığı hava saldırısının günlerce canlı yayında izlendiği gibi dünya yine binlerce sivilin katline seyirci kalabilir.
HAMİŞ
Pazar günü yayınladığım yazıya tepki veren yazarın bizi tanımadığı ve yazılarımızı da yazdığı gazeteyi de takip etmediği anlaşılıyor. Yazdığı gazetenin arşiv sayfasını bile takip etseydi yazılarımızın en çok iktibas edilen yazılar arasında olduğunu ve sustuğumuzu vehmettiği konularda neler yazdığımızı görürdü. Görmeyene diyecek sözümüz yoktur.