Hayır kardeşim, ne kendimle çelişiyorum, ne de “Lozan Türkiye’nin tapu senedidir” sözüyle çelişiyorum.
Hatırlayacaksınız, önceki gün, “Lozan’ı eleştirmek suç mu?” diye bir yazı yazmış, övgü kadar yerginin de doğal hak olduğunu/olması gerektiğini savunmuştum.
Hayır, eleştiremezmişiz, eleştirmek kurucu iradeye savaş açmakmış.
Bunu, Burhan Kuzu’ya güya haddini bildiren Fatih Altaylı’nın taraftarları söylüyor.
Eleştirenler, ayrıca, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Lozan Türkiye’nin tapu senedidir” sözüne ters düşmüş oluyorlarmış.
Öyle mi?
Bakalım.
Fatih Altaylı kutsallık atfetmeyecekse, Lozan her şeyden önce bir anlaşmadır.
Daha doğrusu, bir “uzlaşma.”
İki taraf (savaşın galibi ve gözlemcisi) bir masada oturmuş, bundan sonra ne olacağına (sınırların nasıl teşekkül edeceğine) ilişkin uzlaşmaya varmışlardır. Cumhurbaşkanı Erdoğan haklı: Lozan, bu yönüyle, “ilan edilmiş yeni devletin tapu senedi”dir. İster “Lozan hezimettir” fikriyatını, isterseniz “Lozan zaferdir” fikriyatını benimseyin, Lozan’ın aynı zamanda “tapu senedi” yerine geçtiği gerçeği değişmeyecektir.
Soru şu:
Lehimize olan bir tapu senedi midir bu?
Bir görüşe göre (hayli yaygın bir görüştür bu), Lozan’da alabileceğimizin en düşük limitine razı olduk. Bir diğer ifadeyle, İngilizler tarafından kandırıldık. Musul konusunda ısrarcı olabilirdik. Batı Trakya’yı bu kadar kolay terk etmeyebilirdik. Batum ve Halep’i topraklarımıza katabilirdik.
Musul’dan vazgeçmemizin kabahatlisi olarak, hep İsmet Paşa görülür. İsmet Paşa’nın muhaberat anlayışı başımıza bu işleri sardırmıştır; yani “kolayca” Musul’dan vazgeçmemize neden olmuştur. (Ankara-Lozan arasındaki yazışmalar güya şifreliydi. Şifrenin İngiliz ajanları tarafından çözüleceği, Mustafa Kemal Paşa’nın “Durum böyleyse, Musul’da daha fazla ısrarcı olmayınız” mealindeki sözlerinin İngilizlere cesaret vereceği hesap edilememiştir.)
Bir görüşe göre, Lozan zaferdir.
Bu düşünceyi savunanlara göre, bir önceki yönetim (yani Osmanlılar) Sevr’i imzalamıştır; İmparatorluğun parçalanmasına, Doğu’da bir Ermenistan ve Kürdistan kurulmasına imza vermiştir. Mustafa Kemal Paşa da, imzalanmış bu metni yırtıp atarak, düşmanı Lozan’a icbar etmiş ve Türkiye Cumhuriyeti devletini kurmuştur.
Bir görüştür bu. Ama yanlış bir görüştür. Boş laftan ibarettir.
Bir kere, kimse “Sevr” diye bir anlaşma imzalamadı.
Sevr, bir “dayatma” olarak gündeme getirilmiştir ama altında Padişah’ın imzası yoktur. Kadük kalmış ve “anlaşma” hüviyeti kazanmamış bir anlaşmadır. “Ölümü gösterip sıtmaya razı etmek” maksadıyla önümüze konulmuştur.
Bir önceki yönetimin imzaladığı anlaşma, “Mondros Mütarekesi”dir. Altında Rauf Bey’in imzası vardır. Hani, Lozan müzakereleri döneminde TBMM hükümetinin Başbakanı olan ve heyete dâhil edilmediği için (dâhil edilseydi, Mondros’ta yaptığı hataları “kendince” tamir edeceğini düşünüyordu) kırılıp küsen Rauf Bey... (Rauf Bey, ayrıca, gıcık olduğu İsmet Paşa’ya tercih edildiği için, küskünlüğünü kronikleştirecektir.)
Lozan, bir tapu senedidir ama kötü bir tapu senedidir. Ali Şükrü Bey’in dediği gibi, “daha iyisi olabilirdi...”
Lozan’ın “kötü bir tapu senedi” olduğuna en büyük kanıt, Mustafa Kemal Paşa’nın sonradan Musul ve Hatay konusunda birtakım girişimlerde bulunmasıdır.
Musul’a güç yetiremedi ama Hatay’ı Fransız boyunduruğundan kurtarmasını bildi. Tapuyu onarmaya çalıştı...
Bugün başımızdaki gailelerin (terör, sınırlarımızdaki kaotik durum, vs) temelleri, Lozan’da atılmıştır. Dönemin yöneticileri, bugün ne tür problemlerle karşılaşacağımızı (ne yazık ki) öngörememişlerdir. Belki öngörmüşlerdir de, değiştirmeye güç yettirememişlerdir.
Buradan bakarsanız, Lozan bir hezimettir.
Bunu dillendirmek, “kurucu iradeye savaş açmak” değildir.
Dolayısıyla Lozan’ı tabulaştırmanın ve “üzerine söz söyletmem” tavrına girmenin alemi yok.