Amaniiin.. 100'üncü yıldönümü dolayısıyla bir Lozan aşkı patladı..
Yetişin a dostlar, mantık mıntıkalarında yangın vaaar!..
Hattâ son bir yıldaki ve hele de son seçimler sırasındaki gizli fırıldakçılığıyla, kendi tarafdarlarını bile hayretlere giriftar eyleyen bir siyasî lider de, 24 Temmuz gününün 'ulusal bayram' ilân edilmesini bile istedi..
İstanbul'da bir partinin il başkanlığını yapan birisi, daha düne kadar M. Kemal'i 'Atatürk' diye anmadığı için baskılar altında, 'Mâdem ki, istiyorsunuz ve mutlu olacaksanız, aha da diyorum..' diyen bir hanım siyasetçi de, şimdi o eğilmeyle kalmamış olmalı ki, 'Lozan'a karşı olanlar, Atatürk'e ve Cumhuriyet'in kurucu kadrolarına ve değerlerine düşmanlık etmektedirler..' buyurmuş..
Hele KK Bey'in, Cumhuriyet'in okullarında okuduğunu da vurgulayarak öyle bir Cumhuriyet güzellemesi vardı ki, Osmanlı'ya çatmadan olmazdı..
Eğer öyleyse, M. Kemal de zengin olmayan, hattâ fakir sayılabilecek bir aileden geldiği halde, Osmanlı yönetiminde paşalık gibi bir asker için ulaşılacak en yüksek rütbelere geldiği için, kendisinin okumasını sağlayan mektepleri kuran Sultan 2. Abdulhamîd'e veya kendisine en yüksek makam, rütbe ve yetkiler veren ve 1922'lerin sonuna kadar yazışmalarında 'Fahrî Yaver-i Hazret-i Şehriyarî Mustafa Kemal..' imzalarını kullandığı Sultan Vahiduddin'e gece-gündüz yatıp kalkıp dua etmesi gerekmez miydi?..
Tarihçilerden Ortaylı da, 'Lozan Andlaşması'nın 'Türkiye için ebedî bir tapu senedi olduğunu' buyurdu..
Biz diyoruz ki, o andlaşma o günün şartları açısından kabul edilmiş olabilir; geçici bir çare olarak.. Ama bu andlaşma metnini ilânihaye / sonsuza kadar değiştirilemez bir belge gibi kabul etmek, bütün geleceği de o 100 yıl önceki ağır şartlara ipotek etmek değil midir?
Bu arada hatırlayalım ki, Yunanistan başbakanı Miçotakis, özellikle Kıbrıs ve Adalar (Ege) Denizi'ndeki düzenlemelerin artık eskimiş olduğunu, defalarca dile getirmedi mi; Lozan'ı zikretmeden..
Kaldı ki, tarihçimiz de kendi yazısında bile o andlaşma metninin bir takım olumsuzluklarından, noksanlarından söz ediyordu.
Ama asıl söylenmesi gerekeni de söylüyor: 'Antlaşma, Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucu belgesidir. (...)Lozan ebedîdir.'
Yani, henüz olmayan Cumhuriyet rejiminin, halkın ekseriyetinin, 'cumhûr'un iradesi adına yapılmak gerekirken, Lozan'da dikte edilmişliğin itirafı.. Ve 'inkılap' denilen daha nice uygulamalar..
Nitekim tarihçimiz, 'Lozan bir zafer midir?' diye sorup, cevabını, 'Lozan'ın zafer olduğunu o günlerde Avrupa basını da ilan etmiştir.' şeklinde veriyor.
Ortaylı'nın 'Lozan heyetinde İttihad- Terakki devrinin, II. Meşrutiyet'in ünlü hahambaşısı Hayim Nahum da vardı. Kongrede bilhassa o yeni Türkiye'nin yapacağı hukuk devriminden söz etti. (...) Şurası açıktır 1926 Medenî Kanunu ile vatandaşların dinlerine göre adlî statüde bulunmalarına lüzum kalmadı. Yani patrikhanelerin medenî davalarda ayrı bir yargı hakkına sahip olmaları, yine aynı şekilde bunun Musevî cemaati için söz konusu olması malûmdur. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile de laik eğitim başlatıldığı için cemaatlerin eğitim alanındaki farklı uygulamalarına da lüzum kalmadı. Bununla birlikte gayrimüslim cemaatlerin okulları Lozan'ın hükmü altında korunmaya alınmıştır ve bugüne kadar devam etmiştir.' şeklindeki paragrafı, çok şeyleri zımnen itiraf ediyor.
Ortaylı şunu da açıkça söylüyor, elbette benimseyerek: 'Lozan, Türkiye'yi müstakil bir devlet ve Cumhuriyet olarak ilan etti. Vakıa, Cumhuriyet bundan sonra ilan edilecektir. Ama TBMM Hükûmeti'nin 1922 yılı kasımından beri saltanat sistemini lağvettiği biliniyor.'
Lozan'ın Türkiye açısından eksik kalan yönleri mesela Hatay'ın durumuydu. (...) Musul meselesi halledilemedi. Boğazlar rejimi Lozan'a göre Montrö'de daha iyi halledildi. (...) Mübadele dışı bırakılan İstanbul Rumları ve Batı Trakya Türkleri iki devlet arasında sürekli çözülemeyen problemlerin yaşanmasına sebep oldu. Bunu uzun bir tarihin çözeceğine inanıyorduk. Çözümlerin bugün yeniden bir neticeye ulaşılması için çalışılması gerekir. (...) Bugün Lozan üzerinde zafer mi mağlubiyet mi kavgası yapılıyor. (...) Bir grubun bilhassa On iki Ada'nın Yunanistan'a bırakılması gibi muayyen maddeler ileri sürdükleri, yakın Türkiye tarihinden haberdar olmadıkları görülüyor. (...)'
Ama belgeler başka şeeyleri söylüyor.. Nitekim İstanbul Üniversitesi'nde de Lozan üzerine 10 Temmuz günü sabahtan akşama kadar süren bir sempozyum vardı.. Yapılan izahların hemen tamamı, 100 yıllık resmî ideoloji ve resmî tarih söylemleri çizgisinde; yani bilinen şeylerdi..
Sadece Meclis adına Lozan Heyeti'ne verilen yol haritasında, Anadolu'ya yakın bazı adalar dışındaki Ege adaları üzerinde gerekirse, ısrar edilmemesi talimâtına da dikkat çekilmişti ki, bu düşünceyi Fâlih Rıfkı da, 'Çankaya'sında, M. Kemal'in ilk gençlik yıllarından beri taşıdığına işaret etmiştir.
Böyleyken Ortaylı hoca Lozan için, 'ebedî' diyorsa, Kıbrıs ve daha neler-neler ebediyen gitmiş demektir.
Evet, bu açıklamaların bize anlattıkları üzerinde konuşuyoruz; biz askerî ve diplomatik açıdan elde edilenler ve edilemeyenler üzerinde değil.. Biz, 24 Temmuz 1923'deki andlaşmada zikredilmeyen ve milletimizin aslî inanç değerlerine karşı nice uygulamaların darağaçlarıyla ve nice zulümlerle ve 'inkılap' denilerek yapılanları burada saymayalım, bilen biliyor.. Ama anlaşılıyor ki, o korkunç yöntemlerle dayatmalar -o dönemin rakipsiz süper gücü sayılan- İngiliz emperyalizminin yazılı olmayan isteklerine göre gerçekleşmiştir ve de bağımsızlık mavallarıyla..
CNNTürk'de de 24 Temmuz günü Lozan'la ilgili görüşlerini yansıtan bir Prof. Sevtap Hanım da, Lozan Andlaşması'nın en büyük başarısının gerçekte, Ankara Hükûmeti'nin dünya devletleriyle aynı seviyede kabul edilişi olduğunu söylüyordu.. Ama 7-8 devletin arasında tek söz sahibi İngiltere idi.
Yani, Osmanlı Yönetimi saf dışı edilmişti..
Biz de zâten bu durumu safdillik veya frenlenemez şahsî ihtiraslarla izah eden ünlü isimlerden aktarmalar yapmıştık.
Sözün burasında, 24 Temmuz günü Reuters Ajansı'nın yaptığı değerlendirmeye de -özetle- göz atalım, Google'daki tercümeye dokunmadan..:
'Modern Türkiye'yi yaratan antlaşma, imzalanmasının üzerinden 100 yıl geçmesine rağmen bazıları için hâlâ acı verici.
LOZAN, İsviçre (Reuters) - Modern Türkiye'yi şekillendiren Lozan Antlaşması, bazıları tarafından hâlâ büyük bir sevgiyle anılıyor, ancak özerk bölgeler ve Osmanlı dönemi suçları için adalet umut eden Kürtler ve Ermeniler de dâhil olmak üzere diğerleri için bir hayal kırıklığı olmaya devam ediyor.
Bu seslerden bazıları, (...) Bir Kürt köyünde dünyaya gelen ve şu anda Lozan'da çalışan Sevgi Koyuncu, imzalandığı sarayda çekilen bir röportajda halkının, "bir kongre tarafından reddedildiğini" söyledi. (...)
Ermeni büyükanne ve büyükbabası 20. yüzyılın başlarında misyonerler ve Fransız savaş gemilerinin yardımıyla bugünkü Türkiye'den kaçan İsviçreli Manuschak Karnusian için anlaşma "ikinci bir soykırım" gibi.
(...) Anlaşmanın mirasına bakan bir projede tarihçi olan Jonathan Conlin, (...) 1,5 milyondan fazla etnik Yunan ve Türk'ün mübadelesi gibi bazı sonuçlarının artık "korkunç bir hata" olarak görüldüğünü söyledi.
"Sanırım (anlaşma) devam etti, çünkü herkes bundan eşit derecede mutsuz" dedi.
Reuters'in yorumundan bu kısa özetlemeyi de bir kenara koyup, tekrar belirtelim ki..
Kendilerini, 'Şeyhin kerameti kendinden menkul, kendi iddiasına dayanıyor..' kabilinden, 'aydın' sayan niceleri de, biz Müslümanların 'Lozan Andlaşması' sâyesinde cumhuriyeti, insan haklarına saygıyı, laikliği öğrendiğimizi sanıyorlar. O laik taifeye göre, hepimiz insanlıktan habersiz ilkel insanların devamı imişiz de, Lozan imdâdımıza yetişmiş!!..
Bre ileri zekâlılar, biz insan hakları anlayışını Lozan'da başı çeken ve 'beyaz insan'ın üstünlüğü' iddiasıyla, sadece Amerika'daki yerlilerden bile on milyonlarca insana 'jenosid/ soykırım' uygulayan İngiltere ve müttefikleriyle, onların çömezi olarak peşlerine takılan ve Osmanlı tarafından 500 yıl idare olunmanın intikamını almaya çalışan Balkanlar'daki yeni yetme 'Romanya, Yunanistan, Sırb- Hırvat- Slovenya Krallıkları'ndan, ya da Lozan'daki 'kurtlar sofrası'nda kendisine de bir fırsat düşebileceği hayaliyle Uzak-doğudan gelen Japon İmparatorluğu'ndan mı öğrenecektik..
Bu kadar mı çalışıyor bunların kafaları? Onlar, kendilerine asırlarca tehdit, tehlike ve bir büyük güç odağı olan 'Hılâfet-i İslâmiye'yi de temsil ettiği kabul edilen Osmanlı'nın 'defin ruhsatiyesi' için bir araya gelmemişler ve nelerin yapılacağını, neler yapılması gerektiğini de dikte etmemişler miydi?
Şimdi bu acı sonuç için 'cumhuriyeti de, laikliği de, insan hakları anlayışını ve demokrasi'yi de hep bu 'andlaşma'dan sonra mı öğrendiler de kutluyorlar?
Bir kısım safdiller mi diyeyim, aklı evveller mi, yoksa ileri zekâlılar mı diyeyim, onlar böyle sanıyorlar.. Cellâdına âşık olan bazı idâm mahkûmlarında görüldüğü söylenen 'ahlâkî tereddi' derecesindeki aşağılık duygusunun gücüne bakar mısınız.. Bunlar emperial dünyanın dünyaya bakış açısına ayarlanmış beyinler.. İçinden çıktıkları Müslüman halkı düşman bilen dünyaya, 'Biz sizin bildiğiniz o Müslümanlardan değiliz.. ' mesajından veren ve onlardan itibar dilenen 'yığın'lar..