Londra’da bir asker adayı, iki kişinin saldırısına uğrayıp güpegündüz herkesin gözü önünde öldürüldü; hükümet bu olayı terör saldırısı olarak kabul etti. Öldürülen kişinin asker adayı olduğu, önce üzerinde ordu yardımlaşma kurumuna ait tişört olmasına bağlandı; ardından kimlik tespitiyle bu doğrulandı.
Öldürülmeden önce asker adayı olan bu kişi, öldürüldükten sonra asker olarak anıldı; zira cinayeti işleyenler onu tam da asker olduğu için öldürdüklerini haykırdılar.
Olayın bir terör olarak değerlendirilmesine yol açan konu ise anlaşıldığı kadarıyla ölenin değil öldürenlerin kimliğiyle ilgili. Olaya tanık olanlar cinayeti işleyenlerin ‘Allah-u Ekber’ diye bağırdıklarını bildirmişler; caniler de kameralarıyla olayı kaydedenlere ‘dünyanın her yerinde Müslümanlar ölüyor, sizden birinin ölümünü kaydedin ki akıllardan çıkmasın’ mealinde demişler.
Yani cinayeti işleyenler İslami kimliklerini belirtmişler ve bunu siyasi bir amaç uğruna işlediklerini beyan etmişler. Dolayısıyla olayın terör kapsamında değerlendirilmesi açısından bazı belirtilerin bulunduğu söylenebilir. Ancak ortada bazı sorunlar bulunuyor.
Terör saldırısı mı?
Sorunların başında, bu cinayetin terör olarak kabul edilmesinin esas nedeninin saldırıyı yapanların Müslüman olmalarından kaynaklanması geliyor. İslami kimliği öne çıkan herkesin muhtemel terörist olarak değerlendirildiği bir ortamda ve her yeri tam da bu nedenle kameralarla izlenen Londra’da bu cinayetin terör olarak kabul edilmesi neredeyse doğal bir durum.
Gayet tabi Müslümanlar terörist değil, ancak son yıllarda yaşanan terör olaylarının neredeyse çoğunu Müslümanlar yapıyor; Batı ülkelerinde yaşayanlar da İslam ile terör arasında düz bir mantıkla bağ kuruveriyor.
Olayın ikinci sorunlu kısmı ise saldırının bir kişiye yönelik olması. Bir lidere, siyasi bir şahsiyete ya da o toplumun değer verdiği bir kişiye karşı saldırı yapıldığında, olay terör saldırısı olarak açıklanır. Ancak bu olay, söz konusu tanıma uymuyor. Belki cinayeti işleyenler ortalıkta dolanan asker aramışlar, doğal olarak Londra’da gezen asker bulamayacaklarını anlayıp bir asker adayını gözlerine kestirmişler ve onu katlederek Britanya ordusunun küresel faaliyetlerini protesto etme imkanı bulmuşlardır.
Belki de bu olaydan az önce üçü bir mekanda kavga etmiş, dünya meselelerini tartışmış, ardından da konu şahsileşivermiştir.
Terör saldırısıysa
Birleşik Krallık’ın kendi topraklarında askerlerine yönelik terör saldırısı deneyimi bulunmuyor; bu ülke terörü sivil halka yapılan olarak tanıyor. Dolayısıyla münferit olabilecek bir olayın devamı gelebilir diye seferberlik ilan edilmesi bu olayı ‘yeni bir durum’ olarak gördüklerini ima ediyor.
Ayrıca bir olayın terör sayılması için ille onlarca insanın ölmesi de gerekmiyor, Britanya gibi insana verilen değerin yüksek olduğu yerlerde bir kişinin, hem de herhangi bir kişinin ölümü devletçe üzerine gidilmesi gereken bir konu olarak değerlendiriliyor.
Bu saldırı terörde sistematik yeni bir uygulamanın habercisi midir bilinmez, ancak İngiltere devamı gelecekmiş gibi davranacaktır. Bu da insanların teker teker takibine yönelik önlemlerin artacağı anlamına gelir; İngiltere’ye gitmek isteyenlere de ek zorluklar çıkarılacak demektir.
Bununla birlikte madalyonun bir de diğer yüzü var. Bu olaydan sonra ırkçı ve yabancı düşmanı örgütler camilerde tedhişler yapmışlar. Bu tür olaylar, Müslümanlara yönelik şüpheciliğin aktif eylemlere dönüşmesine yol açıyor; ancak bunlar terör sayılmıyor. İşlenen cinayet, Britanya ordusuna bir zarar vermiyor, sadece ülkedeki ‘yabancılara’ yönelik saldırılara moral bir meşruiyet kazandırıyor. Dolayısıyla bu tür olayları terör olarak ilan etmek, herkesin terörize edilmesinin de kapısını açıyor.