2008 yılının 14 Eylül günü, sabahın erken saatleri ama sanki gün daha başlamadan bitmiş gibiydi. Thames Nehri'ne bakan odasında Mr. Brook ayakları masanın üzerinde ilk toplantıyı bekliyordu. Telefon çaldığında onu bu gece burada geç vakte kadar tutacak bir haberin geldiğini anlamıştı zaten. ‘Toplantıya çıkmak üzereyim, hemen söyle’ diye açtı telefonu. Telefondaki Keith telaşlıydı; ‘ABD’de acayip şeyler oluyor, bazı pozisyonları kapatmamız gerekebilir, yapabildiğimiz kadar oranı düşürüp likid toplayalım.’ Evet, bu cümleyi duyacağını biliyordu Brook. Sanki yaşamıştı bu anı. Ayaklarını masanın üzerinden çekerken diğer hata saldırdı; Lewis’e, mümkün olduğunca telaşsız bir ses tonu yakalamaya çalışarak, ‘hiçbir yere ayrılma, diğerlerini, geçen günkü toplantıda olan ve bize tamam diyen herkesi ara bu gün bizim için kotasyonları düşük tutacaklar, en düşük neyse o.’ Bir saat sonra Lewis aradı; ‘patron tamam, söz verdikleri gibi kotasyonlar düşük, akşama şampanyayı hazırlamanı söylediler yalnız.’ Brook, şampanya esprisini dinlemeden ‘tamam’ sözcüğünü duyunca telefonu kapatmıştı zaten. Ertesi gün yani 15 Eylül 2008’de Lehman’ın battığı haberi geldi. Faizler çıldırmış gibiydi, birçok pozisyon açıktı. Brook, başarılı 14 Eylül operasyonu için bir kez daha kendi kendini kutladı; dün ona şampanya sözü verenler şimdi ağız dolusu küfür ediyorlardı ama bugün o, yarın onlar; bugün o erken kalkmıştı; yarın da sıra şampanyacılara gelecekti.
Evet, yukarıda Londra’da geçen mini finansal hikâye, 2007-2009 arasında kartel oluşturarak Libor denilen küresel bankalar arası faiz oranını (London Interbank Offreded Rate) belirleyen ve milyarlarca dolar spekülatif kazanç sağlayan bankacıların bir gününün başlangıcını anlatıyordu. Burada bankalar birbirlerine teklif edeceklerini faiz oranlarını deklare ederken (buna kotasyon vermek deniyor) daha önceden, hikayemizde görüldüğü gibi, anlaşıyorlar. Ve uyanık Brook’un bankası mesela daha önceden Lehman gibi bir devin ertesi gün batacağı haberini almışsa, diğerlerini bile atlatabiliyordu. Bugün yalnız Türkiye’de değil, finansal piyasalarda Brook gibi bankacıların ve bankaların at koşturduğu her ülkede banka sistemi aslında kartelci bir yapıdır ve en büyükler aralarında anlaşarak faizleri de türev ürünlerin, kurların fiyatlamasına da günlük olarak belirler. Türkiye’de de, aralarında kamu bankalarının da bulunduğu az sayıda banka bugün, ilk önce Londra’da konuşlanan Mr. Brook gibilerden paranın günlük küresel fiyatını (faizini) alır. Sonra kendi aralarında, büyük ihtimalle açık ya da örtülü olarak anlaştıkları gibi, buna bağlı kotasyonları açarlar. Bu düpedüz tekelci bir durumdur ama artık olağan karşılanıyor. Yani küresel banka sisteminin doğası tekel bir durumdur zaten. Ama Rekabet Kurumumuz bundan daha da ötesini tespit etmiş.
Bizimkilerin dişi tüketiciye geçmiş
Evet, biliyorsunuz, artık bizim Rekabet Kurulu diye bir kurumumuz var. Sanıyorum önümüzdeki hafta Rekabet Kurulu’nun bankalara verdiği ceza tartışılacak. Bu cezanın birçok yönü olduğunu düşüyorum. Meseleyi yalnız ekonomik ve mali boyutta da ele alamayız bence. Ama işin detaylarına girmeden önce, verilecek cezanın cuma akşamı borsaya sızdığı ve ‘bazı’ bankaların hisselerine ciddi alım geldiğini de belirtelim. Peki, ceza alan/alacak bir bankanın hissesine niye alım gelir; yanıt basit, bu cezaların bankaların devasa kârlarına dokunmayacak düzeyde ufak bir uyarı olduğu kanısı hâkim olursa tabii ki. Şimdi cuma akşamı hisseleri tavan yapan banka patronları, bu bankaların bağlı oldukları holdingler verilen cezaların ne denli haksız olduklarından başlayacaklar ve bankaların ekonomimizin gözbebeği olduğundan yola çıkarak gözyaşlarına boğulacaklar. Ama cuma akşamüstünün gelişi Sayın Babacan’ın ‘bankalarımıza ceza öyle yüksek olmayacak’ açıklamasından anlaşılmıştı zaten. Peki, işin esasına gelelim; Rekabet Kurulu bankalara nereden ceza verdi; 12 banka, mevduat, kredi ve kredi kartı hizmetleri alanında Rekabetin Korunması Hakkında Kanun’un ‘’Rekabeti sınırlayıcı anlaşma uyumlu eylem ve kararlar’’ maddesini ihlal ettikleri gerekçesiyle toplam 1 milyar 116 milyon 957 bin 468 lira ceza aldı. Bankalar bu maddeyi, kredi kartı alışveriş ve gecikme faiz oranlarını da kapsayacak şekilde faiz oranlarını anlaşarak belirlemekten ihlal etti. Yani Londra’daki Libor skandalının bir başka versiyonu. Libor skandalında, piyasa belirleyici bankaların, -yukarıda anlattığımız hikayede görüldüğü gibi- kendi aralarında anlaşarak, gecelikten-yıllığa kadar değişen vadelerde faiz oranlarının sabitlenmesinde ortak hareket ettikleri ortaya çıkmıştı.
Rekabet Kurulu’na göre bizim bankalarımız ise tam kartel olamamışlar; çok yazık, bizde Mr. Brook gibi uyanıklar yok demek ki. Sanıyorum İstanbul’un finans merkezi olması bu bankalarla ve bu banka sistemiyle olursa bizde de Mr. Brook gibiler hızla artacaktır. Tabii kamu bankalarında Mr. Brook gibi arkadaşların yerlisini yetiştirir miyiz, yoksa ithal mi ederiz onu bilmiyorum. Ama şunu samimi olarak söyleyeyim artık bizim bir Rekabet Kurulu’muz var. Bu sevindirici. Rekabet güzeldir. Mr. Brook gibilerin sayısını azaltır.