Büyük devletlerin ve süper güçlerin rolü genelde emperyalizm üzerinden okunur ve eleştirilir. Buna göre büyük devletler sadece çıkarlarını düşünür ve bunun için tüm dünyayı işgal etmeye, diğer devletleri sömürmeye çalışırlar. Oysa Uluslararası İlişkiler disiplininde büyük güçlerin sistem kurmak ve onu sürdürmekgibi özel rolleri de vardır. Sistemi inşa etmek ve devamında onun koruyucusu olmak elbette büyük devletlere önemli avantajlar sağlar. Hatta bu rolü yerine getirirken büyük güçler emperyalist eğilimlere de girerler, diğer halkları sömürmeyi de deneyebilirler. Ancak sistemi korumak sanıldığı kadar kolay değildir ve uzun vadede o devleti oldukça yıpratır.
Eğer dünyanın süper gücü iseniz ulusal çıkarınızı doğrudan ilgilendirmeyen konulara bile girmek zorunda kalabilirsiniz, başkalarının kavgalarında ağır darbeler alabilirsiniz. Kısacası büyük devlet rolü uzun vadede yorucu ve yıpratıcıdır. Hatta denebilir ki geçmişte Fransa ve İngiltere dünya liderliğini biraz da bu nedenle kaybetmişlerdir. 20. yüzyılın süper gücü Sovyetler Birliği’nin yıkılmasında bir etken de dünya liderliğini sürdürmek için inatla devam ettirdiği rekabettir. Bu yolla Sovyetler gereksiz çatışmalara taraf olmuş, pek çok devlete on milyarlarca dolarlık karşılıksız yardımda bulunmuştur. Görünen o ki şimdi sıra ABD’de.
***
Amerika’nın dünya hâkimiyetinin (pax-Americana) sonuna gelindiğine dair tartışmalar olanca hızıyla sürüyor. ABD duraklama dönemine mi girdi, yoksa yıkılma evresinde mi bu bile tartışılıyor. Ancak şurası kesin ki ABD 1950’lerin veya 1970’lerin Amerikası değil. Karşımızda dünyanın en borçlu ülkesi var. Buna rağmen Cumhuriyetçiler gelinen noktadan hala ders almış görünmüyorlar. Onlara göre ABD daha fazla savaşa girerek, daha fazla dolar basarak ve daha fazla silah satarak dünya liderliğini devam ettirebilir. Oysa Demokratlara göre ABD’nin bu kadar sınırsız bir gücü yok. Obamaliderliğindeki Demokratlar der ki Amerika olmayan gücüne rağmen dünya liderliğinin gerektirdiği ‘görevleri’, yani bir nevi ‘dünya jandarmalığı’nı sürdürmeye kalkarsa çöküş hızlanır ve ABD liderliği geri gelmemecesine elden kaçar.
Bu tartışmalar en az 10 yıl daha devam eder. Ancak ABD’nin Obama döneminde geçmişten farklı olarak dünya liderliğinin gerektirdiği rollerden bilerek ve isteyerek kaçındığı tartışmasız bir gerçek ... Irak’tan çıkan ABD, Afganistan’da da çıkış kapısını arıyor. Libya’da geri planda durmayı tercih eden Amerikalılar Suriye’de ise elini taşın altına koymaktan özenle kaçınıyor.
Anlayacağınız bir dönem sona erdi... Artık ABD eski ABD değil... Eski yıkıldı, ama yenisi henüz kurulmadı ve bunun sancıları her geçen gün artıyor. Evet, Rusya dünyanın lideri olmak istiyor, ama bunu karşılayacak ne ekonomik ne de siyasi gücü var. Rusya’nın imrenilecek tek özelliği Allah vergisi petrolü ve gazı. Rusya bu haliyle liderliği sürükleyecek bir fikre dahi sahip değil. Çin ise hala gelişmekte olan bir ülke. Ne demokrasisi, ne de ekonomisinin özenilecek bir yönü var. Çin topraklarını ve insanlarını sömürerek yüzeye çıkmaya çalışıyor. Nüfusunun ve coğrafyasının büyüklüğü zaman zaman onu dünya liderliğine en güçlü aday yapsa da, bu özellikleri onun aynı zamanda dezavantajları... Avrupa Birliği ise kendi krizleri ile boğuşuyor. Bunların dışında Hin-distan, Brezilya ve diğer devletlerin dünya liderliğinden bahsetmek ise hâlâ imkânsız.
***
Bu tabloya bakıldığında bölgesel krizlerde büyük devletlerin sorunlara müdahalesinin daha da zorlaştığını söyleyebiliriz. Bunun Türkiye gibi bölgesel liderlerin önemini arttırdığı açıktır. Ancak önemin ve oynadığınız rolün artması ne kadar iyidir, işte o tartışılır. Suriye Krizi bunun en açık kanıtı. Uluslararası toplum sistem kurucusunu kaybedince pek çok maliyet Türkiye gibi bölgesel liderlerin omuzlarında kalıyor. Başka bir tabirle geçmişte ABD’nin ödediği faturaları Türkiye gibi devletlerin ödemesi ihtimali her geçen gün artıyor.