-NEW YORK-
Acaba Birleşmiş Milletler (BM) binası en önemli kentinin en afili yerinde bulunmasa, BM’nin yeni yılını başlatan genel kurul toplantısında ilk söz, ABD başkanına verilir miydi? Özellikle de Barack Obama’ysa başkan?
Salonda oturmuş toplantıda en etkili konuşmalardan birini yapan Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ü dinlerken gözlerimi etrafta gezdirip bu soruya cevap aradım.
Barack Obama’nın altıncı yılına girmiş başkanlığı, hem kendi ülkesinde hem de bütün dünyada, büyük bir hayal kırıklığına yol açtı...
Özellikle de İslâm Dünyası’nda...
Biraz olsun düşünün: Adamın nüfus cüzdanında yer alan isimlerinden biri ‘Hussein’; yani bildiğimiz ‘Hüseyin’... Müslüman olan Kenyalı babası Amerikalı kadından olma oğluna verdiği iki ismi de kendi gönlüne yakın sözcüklerden seçmiş: Afrika’yı hatırlatan ‘Barack’ (‘bereket’ anlamına geliyor) ve İslâm ile ilgili ‘Hüseyin’...
Doğumuyla kazandığı bu isimler yetmezmiş gibi, başkan seçildikten çok kısa bir süre sonra, daha koltuğunu ısıtmaya fırsat bulamamışken, Nobel Komitesi, kendisini ‘barış ödülü’ne lâyık görmüş...
Nobel barış ödüllü bereketli Hüseyin dünyanın en etkili ülkesinin başkanlık koltuğunda oturuyor ve dünyamız yangın yeri gibi... Özellikle de İslâm Dünyası... Sonunda Vladimir Putin yardımına koşmasa kendi kendine çıkış yolu bulamayacak görüntüsü veren bir ABD başkanı...
Yarın iki dönemini doldurup görevi sona erse, arkasında adını andıracak hemen hiçbir miras bırakmayacak... Kâr hanesinde yazan tek başarısı sağlık alanında yaptığı ‘Obamacare’ diye anılan reform; Kongre onu da tarihe gömmek için seferberlik halinde...
Oysa, Obama, ‘’Ben adayım’’ diye ortaya atıldığında, bütün dünyada ve ülkesinde, büyük bir heyecan fırtınası estirmiş, selefi George W. Bush’un yıktığı umutları yeniden yeşertmişti. Siyahi bir başkan, ismi Hüseyin ve Irak savaşına ilk günden karşı çıkmış biri...
Heyecan duyulmaz mı böyle biri başkan seçilince?
Aradan geçen altı yılda heyecanın yerini hayal kırıklığı aldı. Konuşmasını yapmak üzere BM’ye girdiği saatlerde görüşlerine bavşurulan Amerikalılar, en temel konularda izlediği politikaları yetersiz, sevimsiz, gereksiz bulduklarını kayda geçirdiler.
Zaten o da uzun konuşmasında sadre şifa bir şey söylemedi.
Son altı yılda dünyamız daha az güvenli hale geldi. Eski savaşlara yenileri eklendi; demokratik ideallerden uzaklaşıldığı gibi ‘uzun kulaklar’ norm haline dönüştü. Snowden’in sızdırdığı belgelerden öğrenilen ABD’nin bütün dünyayı dinlediği bilgisinin şaşkınlığı, yerini, Obama’nın ‘’Ne var bunda?’’ rahatlığının tetiklediği derin hayrete bıraktı.
Kenyalı babası, adını Barack ve Hüseyin koyduğu oğlunu iki yaşındayken terk edip gitti. 1982 yılında bir otomobil kazasında hayatını kaybedene kadar yalnızca bir kez baba-oğul birbirlerini görebildiler. Eşi Michelle, terk edilmenin Obama’nın hayatında büyük bir travmaya yol açtığını söylüyor. ‘’Babam yanımda olsaydı daha iyi bir insan olur muydum?’’ diye düşünürmüş hep...
Travmalı bir liderin liderliği de bu kadar oluyor...
Genel kurul salonunu dolduran çeşitli devletlerin liderleri de, gözüme, benimle aynı fikirdeymiş gibi göründü.