Libor: Londra'da bankalar arası piyasada dolar üzerinden büyük İngiliz bankalarının borç alış verişlerinde uygulanan faiz oranıdır.
Dünya faiz piyasasının kalbidir LİBOR. Diğer faiz piyasalarında da genellikle referans alınarak libor+ oranları uygulanır.
Ve İngiltere'nin en büyük bankası Barclays'ın Libor piyasasında yolsuzluk yaptığı tespit edildi.
***
Küresel ekonomik sistemin ahlaksız bir temele oturmasında finansallaşma-malileşme çok önemlidir. Sistem ne kadar finansallaşıyor ise sistemin oturduğu temel yapı da o kadar oynaklaşıyor ve kuralsızlaşıyor.
Dünya bu gerçeği çok sayıda skandal ile yaşadı:Mesela içi boşaltılmış ama bir dev olarak gösterilen ENRON şirketi vardı. Yöneticiler gösteriş olarak başarılarını muhteşem çılgın partilerle kutlarlardı. Ve bir gün Eneron'un içi boş olduğu ortaya çıktı.
Enron şirketine sistemi denetleyen kamu kurumlarından üst yönetici transferleri yapılırdı. Aynı zamanda kamu kurumuna da yöneticiler de yollanırdı. Yani yolsuzluk yapan kurum ile yolsuzluğu denetleyen kurum aynı personel tabanına dayanıyordu.
Ve balon patladı.
Oysa kayıtları tutan ve bağımsız denetim yapan şirket vardı (Arthur Andersen). Meğer hepsi boş, hepsi bir balonmuş. Bilançoda yazılanlar sadece rakammış. Sistem aldat ma-hile-kandırma-soyma gibi tüm ahlaksız yapıları barındırıyordu.
Aynı şişme ekonomi patlaması Mortgage piyasasında (ABD konut kredi piyasası) yaşanmadı mı? Bir ana ürüne dayalı olarak çıkartılan türev ürünlerle oluşan devasa mali büyüklüğe dayalı ekonomiler. Ekonomik buhranı başlatan ilk adım Bear&Stearns batışıydı. Ardından reytingcilerin +AAA notlarına sahip mali kurumlar (kamusallar dahil) bir bir battılar.
Kimse hesap vermedi.
Şirketler kötü de, fonlar iyi miydi? Emeklilik fonları, fon yöneticileri defalarca yolsuzluklar ile vatandaşın milyarlarca dolarını batırdılar.
Ama sistem hiç hesap vermedi
***
Her nedense malileşme-finansallaşma ile bu yapının getirdiği yolsuzluk artışı pek dikkate alınmadı.
Karşılıksız büyüme modellerinin getirdiği 10 ar yıllık başarı hikayeleri ile sarhoşlaşan ülke yönetimleri gibi bu riskleri görmeyen medya da aynı durumdaydı.
Hatırlayalım 2000'li yıllarda yaşanan İzlanda mucizesini. En fazla Ar-Ge yatırımı yapan mucize ülkeyi. Ve ilk dalgada yıkılan, kaybolan o ülkeyi.
Ya İspanya!
Kamu borcu düşük; inşaat sektörü canlı, AB'nin en hızlı büyüyen ülkesiydi. İspanya mucizesi olarak tanıtılıyordu İspanya. Ülkede işsizlik oranı da düşüktü. Ama bir gün malileşen, finansallaşan ve özel sektörü borçlanan İspanya, batmanın eşiğine geldi. Özel borçlar mali sistem üzerinden kamulaştı ve işsizlik rekorlara koştu. (Yüzde 20'nin üzeri)
Not: Bugün İspanya örneği ülke borç oranlarını açıklarken kamu-özel ayrımı yapmanın ne kadar yanıltıcı olduğunu göstermektedir.
***
Küresel sistemin finansallaşması ile beraberinde ölçü birimi olarak sadece PARA kullanılır oldu. Diğer ölçü birimleri sadece tamamlayıcı olarak kullanıldı.
İnsan için geliştirilen ekonomi bilimi de sadece para üzerine oturmaya başladı. Hatta insanın değeri bile artık para ile ölçülür duruma geldi.
Benzer akım yazılı ve görsel medyada da görülüyor. Haberler ya para odaklı borsa-döviz-faiz üçgeni olarak verilmekte; ya da para sahiplerinin yaşam ve hayatlarından kesitler sunmaktadır.
İnsan artık geriye düştü.
Bu durumu ülkemizde geçen hafta verdiğimiz reel ücret gelişmelerinden de görmekteyiz.
Malileşen büyüme ile ücret farkı artmaktadır. İmalat sektörü hem işveren hem de ücret açısından giderek gözden düşmektedir.
***
Dün 2012 birinci çeyrek büyüme rakamları açıklandı.Büyüme oranı beklentilerin üzerinde gerçekleşti. (yüzde 3,2)
Şimdi bir kaç tablo ile Türkiye'nin 4 yıllık krizden çıkış sürecine bakalım: (2008-2012 1. çeyrekler)
Orta yaş yığılması yaşayan ülkelerle ilgili büyüme potansiyelini "Özal ölmeliydi" yazımızda belirtmiştik.Tablo1'de Mart 2008'den Mart 2012'ye istihdam dağılımı yer alıyor. İlk dikkat çeken oran Türkiye'nin orta yaş yığılmasının hızla artmasıdır.
Dünyanın büyük bir ekonomik buhran yaşadığı yıllarda Türkiye 3 milyon 428 bin kişilik yeni istihdam alanı açmıştır.
Yeni istihdam dağılımına baktığımızda 1,1 milyon kişinin tarım sektöründe istihdam edildiğini görüyoruz. Tarım sektörünün ekonomik büyümesi yüzde 14,7 iken istihdam büyümesi yüzde 24,8'e ulaşmıştır. Fark önemlidir.
Oysa ters durum sanayi sektöründedir. Dört yıl öncesine göre yüzde 11,7 büyüyen sanayi sektöründe istihdam artışı 317 bin kişi ile sadece yüzde 7,2'de kalmıştır. Verimlilik yine çalışanın sırtından sağlanıyor gibi...
Milli gelir artışı gibi istihdam dağılımı da gösteriyor ki Türkiye'nin büyüme ekseni artık mali kesim üzerinde şekilleniyor. (Önemli nokta faiz odaklı malileşmedir. Bu konu önümüzdeki haftalarda işlenecektir) Son dört yılda mali sektör büyümesi milli gelirin üç katına ulaşmıştır (%31,9).
Halka açık şirketlerin bilançoları üzerinden incelediğimizde de karşımıza bu tablonun yansıması çıkmaktadır. Sanayi sektörü maaş seviyesi ile mali sektör maaş düzeyi arasında uçurum oldukça derindir.
(Bankaların ortalama ücret düzeyi kişi başına 5 bin TL'ye çıkmaktadır. Oysa sanayi sektöründe çok sayıda şirkette ücret düzeyi bin kusurlu seviyelerde kalmaktadır.)
***
Piyasacı bakışı veya finansal bakış ekonomilerin bugün çıkmaz noktalarından biridir.
Örneğin bir şirketin kar büyümesi mali sektör için çok önemli bir başarı olabiliyor. Oysa artık şirket kârlarının bir kısmının çalışan üzerinden haksız kazanç olması gibi bir kısmının da tüketicisi üzerinden haksız kazanca dönüşmektedir.
İşte bu tablo küresel buhranın temelini oluşturmaktadır: Üreticisini (işçisini) ezen ve tüketicisini (müşterisini) kandıran şirketlerin büyük karları, sadece üst yöneticileri, bankaları ve az sayıda fon yöneticisini mutlu etmenin ötesine geçemiyor.
Buna da ekonomi deniliyor!