AK Parti İstanbul il başkanı Aziz Babuşçu, tartışma başlatan sözler sarf etti geçen hafta. Muhafazakâr bir kitleye konuşurken, “liberaller”e atfen şöyle dedi:
“10 yıllık iktidar dönemimizde bizimle şu ya da bu şekilde paydaş olanlar, gelecek 10 yılda bizimle paydaş olmayacaklar... Çünkü inşa edilecek Türkiye ve ihya edilecek gelecek onların kabulleneceği bir gelecek ve bir dönem olmayacak.”
Bu yorum, ister istemez, Kemalist statükoya karşı oluşan liberal-muhafazakâr ittifakının, liberaller aleyhinde bozulduğuna yoruldu. Bu kesime, “aynen Humeyni’nin solcuları Şah’a karşı kullanması gibi, şeriatçılar da sizi kullanıp kullanıp atacaklar” diyen Kemalist yorumculara malzeme verdi. Benimle aynı İngilizce gazetede yazan koyu laikçi bir yorumcu, Lenin’in meşhur “faydalı aptallar” kavramına bile atıtfa bulundu.
Teslim edelim ki, Sayın Babuşçu bir basın açıklamasıyla sözlerine şerh düştü. Mesajının “çarpıtıldığını” savundu, AK Parti’nin özgürlükçü icraatlarını hatırlattı.
Yine de konuyu biraz deşmekte fayda var. Çünkü Babuşçu’nın lafzı ve maksadı bir yana, meselenin kendisi önemli.
Hangi liberaller?
Bence “liberaller” ve “muhafazakârlar” arasında son 2-3 yıldır sıkça nükseden gerilimlerin bir sebebi, iki tarafta da yeterince özgürlükçü olmayan tutumların varlığı.
“Bir insan liberalse nasıl özgürlükçü olmaz” demeyin. Mevzubahis Türkiye ise, olur. Çünkü Türkiye’de liberal kavramı fazla geniş ve bazen yersiz kullanılmaktadır. Marksistlerin dahi liberal zannedilmesi bir yana, kendine liberal diyenlerin bazıları da bu siyasi felsefenin gerektirdiği hürriyetçilikten uzak kalabilmektedir. Bilhassa konu “din özgürlüğü” olduğunda.
Taraf yazarı Alper Görmüş bu problemin bir örneğine işaret ediyordu geçenlerdeki “Müslümanlar, Kürtler, ve aydınların ‘telaşı’ (2)” başlıklı yazısında: Kocaeli kentinin AK Partili belediyesi, onca karışık plaja ilaveten bir de “kadınlar plajı” açmak istediğinde, kimi “liberal” sesler bile yaygara koparmışlardı. Oysa tercih esasına dayalı, dolayısıyla son derece normal, makul bir uygulamaydı bu.
Buradaki sorunun bir benzerini 2008’de yaşamıştık. Bir din özgürlüğü ihlali olan başörtü yasağını umursamayan kimi sözümona liberaller, “asıl meselelere odaklanma” çağrısı yapmışlardı AK Parti’ye. Din özgürlüğü, asıl meselele sayılmıyordu yani.
Benim kanaatim o ki, en son “operada mescid” tartışmasında ve hatta “barış süreci” etrafında ortaya çıkan bu çarpık “liberal” tutumlar, muhafazakârlarda biraz olumsuz bir liberal algısı üretti.
Ya muhafazakârlar?
Ancak bu algıyı düzeltmek gerek. Çünkü Türkiye’de “sahiden liberal” isimler ve adresler de var ve onların savunduğu siyasi pozisyonların özgürlükçü bir muhafazakarlıkla çelişmesi zor. En fazla Batı demokrasilerinde de tartışılan kürtaj, aile değerleri gibi kavramlarda ayrışma olur.
Fakat bir de otoriter muhafazakarlık tezahürleri var ülkemizde ve bu da madalyonun öteki yüzünü oluşturuyor. Konu gayrımüslimler, Aleviler, seküler yaşam biçimleri ve hatta farklı dindarlık yorumları olduğunda, dayatmacı zihniyetler görebiliyoruz. Hoş, AK Parti geçen on yıl içinde bu konularda çok olumlu adımlar attı, bilhassa gayrımüslimlere karşı cumhuriyet tarihinin en liberal hükümeti oldu. Ama AK Parti tabanındaki her kesimin bu meselelere özgürlükçü baktığını söylemek zor.
İşte "gelecek on yıldaki inşa süreci, geçmiştekinden farklı olacak" denince, muhafazakâr kesimin otoriter yanının ağır basacağı endişesi tetikleniyor.
Peki ama geleceğe dair muhafazakar vizyon hakikaten nasıl? Ve nasıl olmalı?
Çarşamba devam edelim.