Bu işi ciddiye almak ve toplumsal muhalefeti yükseltmek gerekiyor. LGBT+ tüm dünyada sistematik olarak ve hızlı bir şekilde kendini dayatıyor, kendi dilini kuruyor ve karşı çıkan herkesi fişliyor. LGBT+ konusuna nasıl baktığın iş başvurularında bile bir kriter haline gelmek üzere.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın BM Genel Kurulu hitabında aile konusuna tevekkeli değinmedi.
Cinsiyetsizlik ideolojisi bir dayatmaya dönüşmüş vaziyette. Lezbiyen-gey evliliklere izin vermek boyutunu çok aşmış. Yanlış anlaşılmasın ama bunun bile ehven kalacağı bir gidişattan söz konusu. Hoş görülme-tanınma aşaması geçilmiş LGBT+ savunusu bir kriter haline gelmiş adeta.
Kimileri internet paketleri yetmediğinden herhalde bu dayatmanın hangi boyutlara vardığından bihaber, aileyi öne çıkarmak suretiyle Erdoğan'ın kendine yeni düşmanlar-yeni ötekiler yaratmaya çalıştığından dem vuruyor. Şu meseleyi de gündelik siyasete bağlamasak olmaz mı diyeceğim ama "onur yürüyüşü," "onur günü" vesilesiyle sol koalisyonların iktidarda olduğu ülkelerde okul müfredatına çoktan girdi. Bizde de muhalefet partilerimiz sosyal medya ikonlarını bile gökkuşağı yapar hale geldi. Ya, öyle mi? Yok ya! O kadar da değil! derken bizde bile muhalefetin referans noktası haline çoktan geldi.
'Kadın vardır'dan 'cinsiyet yoktur'a
Queer teoriye feminizm ideolojisinin son sürümü diyenler de var, feminizmle zıtlığını ortaya koyanlar da. Gay, lezbiyen derken kadınlık ve erkeklik dışındaki her yönelimi (bunun sınırlanamayacağını söylüyorlar, + yerine sonsuz işareti bile konulabilir) meşru ve normal gören bu ahir zaman ideolojisi etrafında dağarcığı, kodları olan bir müfredat oluşturuluyor.
"Kadın vardır" sloganından hareket eden feminizmim kendini inkar etmesini gerektiren bir noktadayız artık. 3. dalga feminizm de denilen ve biyolojik cinsiyetin hiçbir şekilde referans noktası alınamayacağını savunan bu yaklaşıma göre ontolojik olarak kadınlık ya da erkeklik diye bir şey yok. Hepsi dilde kuruluyor. Dolayısıyla kadın ve erkek konumlarını reddediyorlar. Cinsiyetin tümden kurulan, akış halinde olan, değişebilen bir şey olduğunu savunuyorlar.
Ezcümle cinsiyet diye bir şey yok aslında. Cinsellik diye bir şey var o da her deneyimle yeniden kurulan bir şey. Birbirini tekrar etmesine de gerek yok.
Queer teori denilmesi de bu yüzden. Herhangi bir kimliğe gönderme yapmıyor. Akışkan bir kimlik, yani aslında belirsiz bir kimliksizlik söz konusu queer teoride.
Feminist konumları bile sorunsallaştırıyor. "Kadın vardır" diyen, ataerkilliğe karşı mücadele eden özne olarak kadın kimliğini öne çıkartan feministlerle de kavga ediyor LGBT+ ideolojisi. Feminist itirazı genel toplum kesiminden gelen itirazdan daha önemli tutuyor, çünkü feminizmin tarihsel başarısı üzerinden toplumsal onay bekliyor. Ve tüm dünyada feminist hareketin yeni sürümü olarak kendini var ediyor.
Batı akademilerinde he ve she kalkmak üzere. Topluluk hitaplarında ladies and gentlement diyemiyorsunuz. Şov dünyası ise tümden bu ideolojinin güdümünde.
LGBT+ eğitimi ana sınıfına kadar indi
Batı Avrupa ve Kanada'da LGBT+ dayatması anaokuluna inmiş durumda. 0-6 yaş eğitiminde çocuklara "kimseyi tercihlerinden dolayı yargılamamalıyız" kazanımı adı altında LGBT eğitimi veriliyor. Çocuklar eve gelip "ben erkek miyim kız mıyım?" diye sormaya başlıyor. Anne baba tabirleri de tarihe karışıyor. Bu konuda Kanada başı çeken ülkelerden. Bu durumdan mustarip olan Hristiyan aileler bile çocuklarını Müslüman okullara vermeye başlamış.
Sınır tanımazlık üzerine kurulu yepyeni bir dünyaya adım atıyoruz. Tıbbi müdahaleyi, aşırı hormon tedavisi ile küçücük çocukların hayatı mahvediliyor. Kimse de sorgulamıyor, madem biyolojik cinsiyet diye bir şey yok, neden bu tıbbi müdahalelere, hormon tedavilerine ihtiyaç duyuluyor?
Madde kullanımının da yaygınlaşmasıyla psikolojik ve toplumsal bariyerlerin kalktığı bir vasatta yaşanan her türlü ilişkiyi normal varsaymayı dayatan bir ideoloji bu. Değersizliğin, sınırsızlığın, kültürsüzlüğün küreselleştiği bir vasatta cinsiyetsizliğin, belirsizliğin, kimliksizliğin normal olduğu bir dünya kurmanın peşindeler.
Kendini göründüğü bedende hissetmeyen bir insan kitlesinden ve onların onurlu yaşam hakkından herkes gibi bir işe girip çalışabilmesinden falan bahsetmiyoruz. Bunun çok ötesinde bir gidişat söz konusu. O kadar ki 'biyolojik kadını' feminist hareketin öznesi olarak gören feministleri bile "trans-fobik" ilan etme noktasına gelmişler.
Yani istedikleri şey, eşit çalışma ortamları, dışlanmamak, hoş görülmek, evlenebilmek falan değil.
Kadın ve erkek kategorisi ve bu iki cins üzerine kurulu aile ve toplum yapısını tümden dinamitleyen, normal olarak addettiğimiz ne varsa hepsine savaş açılmış aslını sorarsanız.
Büyük Aile Buluşması
LGBT dayatmasına karşı insanlar yavaş yavaş uyanıyor. İşin iyice şirazeden çıktığı Batı ülkelerinde bizden daha önce başladı protestolar. Aileler çocuklarının daha ana sınıfında cinsiyetsizliği empoze eden bir müfredatla karşılaşmasına haklı olarak itiraz ediyor. Türkiye'de de iki yıldır 150 civarında STK'nın tertip ettiği Büyük Aile Buluşması adı altında LGBT dayatmasına karşı bir yürüyüş organize ediliyor. Bizim 'ilerici' aydın, siyasetçi, sanatçı zevat; kalp işareti yapan her kim varsa, siyasi aktivizm ile sanatı karıştırıp 14 Mayıs'tan önce Kılıçdaroğlu'a asker yazılanlar falan... Tamamı mezkûr yürüyüşü "gerici ve faşist" buldu.
Protestoların sadece bizde olmadığını gören okumuşları; tüm dünyada yavaş yavaş oluşan bu tepkiyi neo-liberal sağ iktidarların ürettiği bir kültür savaşı şeklinde adlandırıyor; bir başka ifadeyle "Neo-liberalizmin yoksul sınıflarının tutucu değerlerini siyasete alet etmesi"...
Halkın bu değerlere neden sahip çıktığıyla ilgili görüşleri ise belli; eğitimsizlik ve tutuculuk.
Yani bunlara göre LGBT+ dayatmasında hiçbir sorun yok. Bugüne kadar makarna ve kömür için AK Parti'ye oy verenler şimdi de LGBT karşıtlığı üzerinden oy verecek.