Turkuvaz’dan ismime yazılı bir mektup aracılığıyla ulaşan “Şeytanın Gülen Yüzü’’ adlı kitabını okudum Latif Erdoğan’ın. Basında magazinel kısımlarıyla lanse edilen bölümlerinden bahsetmeyeceğim. Çünkü kitap, içeriden bir tanıklığı ifade etmesiyle önemli ve fakat mezkur magazin kısmıyla öne çıktığındaysa, işlevsel anlamı buharlaşıyor.
Kitap, arka planda, Türkiye’nin son 40 yılının aktığı siyasi/sosyal konjonktürü sunuyor bize. Gülen Hareketinin hangi koşullarda boy attığını, zaman içinde geçirdiği dönüşümleri, iç siyasal koşulların yine zaman içinde nasıl bir atakla küresel patronaja ilmiklendiği konularını ibretle okuyorsunuz sayfalarda...
Erzurum’da veya İzmir Kestanepazarı’nda etkili konuşmalar yapan bir vaizin, kitapta pek çok ayrıntısıyla sizi hayrete düşürecek, “devlet içinde devlet’’ şeklinde devasa bir yapıyı kurgulaması... Tek başına. Mümkün değil sonucu çıkıyor. Kitapta aktarılan anılar eşliğinde, Gülen’in hem Türkiye içindeki derin devlet yapılanmasıyla hem de bunu kontrol eden küresel derin mimariyle iç içe geçmiş ilişkilerini en baştan kaydetmek gerekiyor. Latif Erdoğan tanıklığı olarak kitap: Gülen’e bağlı Paralel Devlet Yapılanmasının, Türkiye’yi kontrol amaçlı bir ofis olarak kurgulandığını ortaya koyuyor. Yaşar Tunagür aracılığıyla Diyanet’te başlayan ilk ilişkilenme, ardından Milli Eğitim, Emniyet ve Ordu’ya doğru yürümüş.
Türkiye sosyolojisi genel caddesinde iki temel fay hattı var; dini ve etnik kimlikler. Bu kimliklerin son yüz yılda taşıdığı ağır mağduriyetler bilançosu, hem ülke içindeki derin devlet çekirdeğinin, hem de onu kuran ve yöneten küresel aklın gerektiğinde kullanabileceği bir birikim. Nitekim 28 Şubat 1997 süreciyle birlikte okunduğunda Öcalan’ın İmralı’ya, Gülen’inse Pensilvanya’ya nakillerinin, tesadüfi kriminal öyküler olmadığını fark ediyorsunuz.
***
Kitapta çizilen Gülen portresi enteresan! Bizlerin; diyalog, hoşgörü gibi kalıplarıyla işite geldiğimiz kişi değil sanki... Yakın çevresine çoğu kez hoyrat davranan, agresif, hırslı, memnuniyetsiz, septik, saçma hezeyanlarla malül, çelişkilerine yenik bir tip çıkıyor ortaya. Mahalle arasındaki bir cami derneğini bile yönetmesi imkansız böyle birisinin. Kötülüğün, aslen saçma bir şey olduğunu da ortaya koyuyor Latif Erdoğan kitabı. Böyle bir tipolojinin, içte ve dışta bunca kudretli bir yapıyı kurması, yönetmesi pek makul gelmiyor insana. Lakin bu “makuliyet dışılık’’ sadece liderleri Gülen’e mahsus değil. 15 Temmuz işgal ve darbe girişiminde ön alan rütbelilerin hali... Veya robotlar gibi düğmelerine basılınca iş gören koskoca yargıçların, profesörlerin hali, bundan farklı mıydı ki? Bu “akıl dışılık” hadisesini, çok iyi irdelememiz gerekiyor. Akıl demişken, tartışma, “laiklik” sathına da ister istemez girecek. Hazırlıklı değiliz buna.
***
Kitabın beni en çok etkileyen kısmı ise gençliğe dair. İlkin ilmek ilmek örgülenen, ardından örgütlenen yapı... Yasaklar, ithamlar, red ve imha süreçleriyle kıskıvrak kuşatılmış inançlı Anadolu insanının, bu mağduriyetlerinden yana yakıla kurtuluş arayışları... Ve bu arayışın, neredeyse 100 yıldır cevapsız kalışı... Mütedeyyin kesimin yalnızlığı... Denize düşen yılana sarılır misali, dindar görünüşlü, dindarane tekliflerle bizlere yaklaşan kimselere aldanışımız, toplum olarak... Ne feci bir yanılgıdır bu! Ve ne feci bir tembellik sarmış hepimizi. Gençliği birilerine havale edersek, yükümüz hafifler saplantısını çok pahalıya ödedik...
FETÖ ile mücadeleyi Ordu’da, Emniyet’te, Yargı’da, Kamu’daki yapılanmalarla mücadeleden ibaret sanıyoruz çoğumuz. Oysa başta Diyanet’in olmak üzere, Milli Eğitimin, Gençlik Bakanlığının, bu derin boşluk ile yüzleşmesi ve acilen tedbir alması gerekmiyor mu...